28 Ocak 2010 Perşembe

ağrı

Bu hayattaki amaçsızlığım sona ersin istiyorum artık. Bazen yapacak bi işim olmuyor, oturup hayal kuruyorum. Şu şöyle olsa, bu böyle olsa. Hemen hayalimin fonunda sevdiğim bi şarkı çalmaya başlıyor, kısık sesle. Yüksek ses sevmiyorum ben çünkü. Hatta hayat yavaş aksın, müzik usulca çalsın, koşulmasın yürünsün istiyorum. İstediğim birşeyleri gerçekleştirebilmek için, güzel bi bardak kahve içebilmek için, sinemaya gidip film izleyebilmek için illa da paramın olması gerekmesin. Gitmek istediğim heryere yürüyerek gidebileyim .Hava hep güzel olsun, üşümeyelim, terlemeyelim. Uyandığımda ışık direk tek bi doğrultuda yüzüme gelmesin, odaya eşit olarak dağılsın, biraz huzur versin. Verdiğim kararlardan sürekli şüphe duyan kişi ben olmayayım, başkaları olsun. Unutmak istemediğim insanların sesleri, yüzleri, mimikleri silinmesin beynimden. Hiçbir işe yaramasalar da orada kalsınlar. Bitmek tükenmek bilmeyen karamsarlığım, yorgunluğum, yapmaktan bıktığım şeyler bir anda yok olsun. Ve nolur herşey biraz daha kolay olsun.

24 Ocak 2010 Pazar

Mahsuriyet mi

Son birkaç gündür buz gibi tabir ettiğimiz havalarda bile kafelerin dış kısmında oturup muhabbet etmeye alışık olan biz, değişik bi durumla karşı karşıyayız. Bu sefer hava gerçekten buz gibi. Çoğunluğa uyarak bende dışarı çıkarsam ölebilirim şeklinde bi düşünceyle son 2 gündür odamdan hiç çıkmadım. İhtiyaç dahilinde mutfağa ve banyoya gidiyorum o kadar. Ülke savaşa katılmış bende pirincini şekerini stoklayıp oturan bi nevi Anne Frank gibiyim. Ya da karşı komşularını pencereden gözetleyen Hitchcock filmindeki adam da olabilirim. Üstelik dışarıda gerçekten çok büyük bi afet durumu da söz konusu değil. Bildiğim kadarıyla sıcaklık da -2'nin altına düşmedi daha. Gerçi hergün bir sonraki gün için atılan manşetler hep şu şekilde: "Uzmanlar uyardı! Yarın bilmemkaç yılından bu yana en soğuk gün yaşanacak, sakın dışarı çıkmayın!!" Bu insanlarınsa tatil edilmeyen işlerine ve okullarına gidebilmeleri için teşvik edilmeye ihtiyaçları var. Bu insanlardan kastım da sadece ben. Halbuki kendimle çelişecek şekilde, 2 gün önce sabah saat 9'da otobüste giderken, herkes sinirliyken ve bi durum yaşansa da hemen "kardeşim"le başlayan cümleler kurayım diye düşünürken, ben akbil cihazının önünde konuşlanmış dışarı bakarak mayhoş bi ifadeyle gülümsüyordum. Diğer günlerden tek fark insanın sıtkını sıyıran trafiğin (sıtkı sıyrılmak) sadece daha beyaz ve daha katlanılabilir görünmesiydi. Bütün evler pastaya, bütün ağaçlar oyuncağa benziyordu. Kafamda berem, elimde henüz dayanamayıp parmağımı sokmadığım için hepsi sökülmemiş olan eldivenim vardı. Bu şartların hepsi beni birden en korktuğum insan tipine dönüştürdü. Akabinde de o an geldi zaten. Kişisel gelişim kitapları okuyup hayatı ıskalamak istemeyen insanlar gibi yanımdakine dönüp "kartpostal gibi değil mi?" diyerek romantikleşmek istedim. Sonra da hemen vazgeçtim. Otobüsün içinde 3 trilyon sinirli insan vardı, yarısı orta kapı ve kaptan sözcüklerini barındıran cümleler kuruyordu, aldığım cevap "kardeşim"le başlayacaktı ve bu kartpostalı kimse tatilde birine postalamak istemezdi. Zincirlikuyu'ya geldik, düğmeye basıp indim ve herkes gibi sinirle koşmaya başladım.

21 Ocak 2010 Perşembe

sanal ve gerçek bileşenler

Ders çalışmak amacıyla masaya her oturuşumda içimdeki yazı yazmayı seven taraf güne merhaba diyor ve yine içimdeki öğrenci çook uzaklardan belli belirsiz görüntüsüyle el sallıyor. Çok da iyi görünmediğinden olucak içimde bi öğrenci var mı, onu da tam bilemiyorum. Kötü bir taklidi de olabilir. Açık konuşmak gerekirse bu işler bana göre değil. Biri bana dinlemek zorundasın dese müzikten, yürümek zorundasın dese sokaklardan nefret edebilirim ben. Tembellikten tabi, asilikten değil. Bu yüzden sinsice davranıp geleceğim için değil de, zevk adına ders çalışıyorumuşum gibi davranıyorum. Sonra da aklıma şimdi ben bu sayılar ve harfler kombinini gelecekteki ben için mi bu renkli kağıtlara yazıyor, sonra da gözlerimi kapayarak hatırlamaya çalışıyorum diyorum. Ne saçmaymış. Burdan eğitim sistemi, çarklar, gençlik, sivilceler konularına girmicem tabi ki. Öyle bişey yok, yapan da yapıyor.
Sonra insan final ve yakın arkadaşı bütünleme döneminde çok yaratıcı oluyor. Okulda da yaratıcılığı öldürmeye çalıştıklarından ortaya çıkan durum iç açmıyor haliyle. Çünkü öğrenci ders çalışırken farkediyor ki önündeki defter kağıdından kuş,tren vs yapılabilir, içilen soda şişelerinden ortaya bi enstrüman çıkarılabilir, dolaptaki kıyafetler öyle bir yerleştirilebilir ki ortaya Mona Lisa çıkabilir vs vs. Şimdi bi dönüp baktım da okul başarmış, çok da parlamayan yaratıcılığım gerçekten ölmüş. Neyse önümdeki kağıtlara iyice bakıp mühendis olmaya çalışırım bende. Son olarak da demin bahsettiğim eğitim sistemine öyle şeyler söylüyorum ki şuan içimden, velisi okula gelebilir her an...