29 Kasım 2010 Pazartesi

mesajlı gibi yazım da tamamdır.

Bazen tanımadığım veya çok az tanıdığım bi insana karşı tuhaf bir antipati beslediğim oluyor. İtiraf etmek gerekir. Herkeste birazcık vardır bundan diye tahmin ediyorum, adına da belki önyargı denebilir. O kız/o çocuk çok garip bence ve bu iyi anlamda değil diyorum. Hiç bi zaman muhabbetimiz gelişme veya değişme imkanı bulamadığı için de öyle gelen, öyle gidiyor. Hiçbi zaman o insan gerçekten garip mi, yoksa dünyanın en mükemmel kişilerinden biri mi bilemiyorum. Çoğunlukla iyi düşünesim tutuyor, bu sefer de yeterli veriyi sağlayamıyorum, iyi düşüncelerimi besleyemiyorum vs. Geçen bununla ilgili düşünürken bianda yüzüm aydınlandı, dedim ki, hangi tanımadığım veya az tanıdığıma antipatik geliyorum acaba? O iyi değil, bu çok ukelaağ galiba derken, kendi için de aynı şeylerin denmesi ihtimalini hiç düşünmüyo insan resmen. Yani düşünüyodur da ben kimseye kötülük yapmam, gayet de pozitifimdir, niye bana sinir olsunlar ki diyodur kendi kendine. Çok korkunç.

Ben mesela yaşıyorum bu durumu (bianda neden şeffaflaşmak istedim bilmiyorum). Beni tanıyan seviyodur az çok, tanımayan da hakkımda bişey düşünmez bence derken, bikaç kere soğuk görünüyosun dışarıdan diyen olmuştu. Cidden üzülmüştüm, sürekli bişeyler yapıp ne kadar sıcakkanlı olduğuma inandırmak istemiştim karşımdakileri. Muhtemelen de bu sefer "kendini herkes sevsin istiyo o kız" olmuşumdur.

Çok ilginç bişey sevilmek istemek. Senin garip buldukların, seni de garip bulduğu anda aynaya bakmadan üzülüp "ben öyle diildim ki"yi göstermeye çalışırsın. Oturup da olaya baktığında, o kişinin garipliğinin muhtemelen senin yansıman olduğunu yeni farkedersin.

Evet, üç beyazdan da önce önyargı çıksın hayatımızdan.

(Ha bi de, ben kimseye kötülük yapmam, gayet de pozitifimdir, bence beni seversiniz gibime geldi.)

28 Kasım 2010 Pazar

hayalkırıklığına düşkırıklığı diyene "merhaba gönül adamı" derim. ama konumuzla bi ilgisi yok.

Milyonlarca duygu çeşitlemesinin içinden en kötüsü hayal kırıklığı olabilir. Yakın zamanda büyük bi hayal kırıklığı yaşamadım ama yer eder, içine saklanır insanın, öyle sinsi bişey. Mesela telefonuna sürekli alışveriş yaptığın, sevdiğin bi mağazadan mesaj gelir İNDİRİM, YÜZDE 80LERE VARAN, KAPIŞIN, KARAMBOL, BU YAPTIĞIMIZ RESMEN ÇILGINLIK! falan diye, mesajı açarsın mutlaka orda yazan şey "*500 tl ve üzeri alışveriş yapana" dır. Noldu? 0.03 saniye içerisinde kafanda beliren bütün planlar suya. Aynı şey cep telefonu tarifelerinde de geçerli tabi, 10 dakkası 1 kuruşa konuşacağını sanıyosun ama öncelikle hattına 30lira yüklemen gerekiyor vs. Sonra sinemada fragmanları izlerken bi aksiyon filminin heyecanına veya bi romantik komedinin romansına kapılıyosun, günbegün tırnak kemiriyosun gelsin diye, gelince de sevgiliyi ikna edip koşa koşa gidiyosun. Aksiyon filmi sezerciğin erol taştan annesini kurtartığı filmden, romans da birbirlerine sırt çevirip yürüyen çiftin aniden dönerek tutkuyla sarılmaları klişesinden hallice çıkıyo (ıssız adam evet, baya bi hayal kırıklığıydı benim için. aşk acısı desen çektim, nostaljik şarkılar desen bayılırım ama o film benim içimdeki duygusala ulaşamadı, üzgünüm).

Çok sevdiğim biriyle ters düşmek, sevgilimle bian için anlaşamamak vs değil bende hayal kırıklığı yaratan. Çünkü konuşurum anlaşırım, hallederim o tip olayları gibime geliyo. Ama lütfen söyleyin, mükemmel gözüken bi pastanın tadı deterjanlı sünger gibiyse veya çok hoş olduğunu düşündüğüm biri ağzını açtığı ilk anda "şarZım bittii ay çok tiSkindiiim felaan kuşumm" diyorsa, ben ne yapabilirim ki bu konuda?

11 Kasım 2010 Perşembe

merhaba, bence u.s. tipi mutsuzluklar şunlardır, bkz:

- Çabasızca güzel görünmeyi başaran insanlar. Şu hayatta da hiç kimseye gıcık olmadım onlara olduğum kadar. Hatta şöyle ki, benim güzelleşebilmek için verdiğim uğraşı onlar çirkinleşebilmek için verseler yine olmaz, prenses gibi gezerler ortalıkta. Akan makyaj yakışır, kirli saç kendini belli etmez, hiçbir kıyafet kötü durmaz. Buradan kendilerine bi ülke bulmalarını ve o ülkede bütün çabasız güzellerle birlikte bakımlı yaşlı olana kadar yaşayıp bizi rahatsız etmemelerini tavsiye ediyorum.

- Dar montun içine giyilen kalın kazak. Düşmanımın başına böyle dert gelsin istemem. İnsanlıkla olan derdi ne ki o ikilinin? Naparsan yap, kazağın kolunu ne kadar tutarsan tut giyerken, yine de montun içinde kolunun yukarısında kalacaktır, orada bi kabartı yaratıp gününü zehredecektir. Sonra bütün gün temel reisin pazıları gibi kalın ve şişkin kollarınla gez dur. Gezmekten tiksindirir adamı.

- Diş macununun sıkılarak çıkartılabilinen son deminin lavaboya düşmesi. Vücudunun tüm gücünü baş ve işaret parmağında toplayabilmek için türlü metodlar dene, konsantre ol, dişmacunu tüpünün üzerinde "bi kağıt 8den fazla katlanmaz olum, naparsan yap olmuyo" tezini çürüt, bütün kanını parmak uçlarında toplarcasına sık, sonra koskoca bi topak ellerinin arasından kayıp düşsün. Metrobüste kokunun sebebini ne sanıyodunuz ki siz? Acı dolu insanlar var orda.

- Sabaha karşı tuvalete kalktıktan sonra yatağa dönerken "ohoo saat daha kaç kimbilir, alarm çalana kadar temiz 1-2 saat daha uyurum" diye neşeyle yatağa doğru sekip, tam bacağını yorganın üstüne atmazdan evvel acı bir gerçek sonucu tam kalkacağın vaktin geldiğini görmek. O yastıkla yorganın içinde ukde kalması. İşte adaleti sorgulamak isteyeceğin anlar-no:1.

- Şişenin dibindeki az su. İçmeden önceki susuzluğun bile bu yarım kalmışlığın yanında daha iyiydi.

- Saçını mükemmel bi şekilde toplayıp ne güzel yaptım ehe ehe diye aynaya bakarken, aradan bi telin fazlaca çekilmiş olması ve saçını bozdurtmadan sana günyüzü göstermeyeceğine and içmesi. Sinsi. Hemcinslerim anlar ne demek istediğimi.

- Akşam topluca dışarı çıkarken senin güzelce hazırlanman, süslenmen, saçına başına ekstra özen gösterip normalden daha şık bişeyler giymen ve akabinde gideceğiniz yerde vardığında herkesin kot&düz tişörtle gelmiş olduğunu görmen. Aralarında fazla hevesli ve tezcanlı bi çiçek gibi ışıl ışıl parlaman. Herkesin inat gibi etrafında 'amaan spordan çıkıp geldim kanka nasılsa bizbizeyiz' demesi sırasında, elinle gizli gizli dudağındaki ruju çıkarmaya çalışman. Bi dahakinde tedbirli davranıp üstüne günlük bişeyler geçirmen ve gideceğiniz yere vardığında bu sefer herkesin bi kate moss, bi siena miller, bi heidi klum olması. ULAN! demen.


Kız haklı beyler, dağılalım.

1 Kasım 2010 Pazartesi

yabanilikle yalnız olmak istemeyi karıştırmayalım beyler

Kabul etmek gerek, yalnız başına takılmaktan köşe bucak kaçan, mutlaka yanına eşlik edecek birini arayan, bulamazsa depresifleşen türden bi insan değilim. İkinci bi insanın varlığına ihtiyaç duymadan gitmek istediğim yere gidebilirim, izlemek istediğim filme tek kişilik bilet alabilirim, alışveriş yaparken başkasının fikrini almak istediğim çok azdır hatta istiklaldeysem yalnız dolaşmayı özellikle severim. Hava güzelse, kulaklıklarım kulağımdaysa, ayakkabım vurmuyorsa hiçbir problem yoktur benim için. Rahatsız sessizlikler yaşayarak dolaşacağım bi insandansa, oh derim tek başımayım, istediğim yerde istediğim kadar vakit geçiririm, istersem aynı kazağa bakmak için aynı dükkana 6 kez girer çıkarım, girdiğim kitapçıdaki her dvdyi, her kitabı tek tek ellerim, kafa rahatlığı gibisi yok dimi şekerim diye de eklerim.

Yalnızlık bazen gerçekten de rahatlatıyor, ona da ihtiyaç duyulabiliyor, buna yüzde yüz eminim ben. Her ne kadar dinlediğim, gördüğüm herşeyi sonra sevgilimle tekrar yapmak istesem de, onunla paylaşmadan aldığım keyfin yarım kaldığını düşünsem de, arada sırada yalnızlık iyidir, korkunç sıfatıyla tanımlanmadığında sevecen bile olabilir, evet.

Bi kafenin cam kenarı koltuğuna oturuyorum, milliyet sanat alıyorum, meyveli tartla sütlü kahve söylüyorum, 2-3 saat geçiriyorum, sıkılınca kimsenin kahvesinin bitmesini beklemiyorum.
Kendimle takılıyorum işte. Seviyorum onu. İyi bi kız bence, aynı şeylerden hoşlanıyoruz falan, anlaşıyoruz biz aramızda.