2 Şubat 2011 Çarşamba

"waka waka" ikilemesini son derece nahoş buluyorum.

- Dışarıda "THE ANNE!" olarak dolaşan annelerin evde pembe, üzerinde vak vak yazan ve "ördeklerin göl sefası" temalı pijamalarla gezmesi en sevdiğim şey olabilir.

- Önceden delicesine ihtiyaç duyulan ama artık işlevselliğini yitirmeye yüz tutan şey "müzik seti". Altında kasetlerini dizdiğin camlı bölüm, üstünde ne işe yaradığı bilinmeyen ve çok teknik gözüken bazı korkunç düğmeler barındıran ana bölüm, yanda da iki hoparlör. Odamda duruyorlar şu an karşımda. Önünde çömelip kaset aradığım günleri özledim biraz. Fakat çok az.

- İçine hiçbir zaman birşeyler yazmaya kıyılamamış ajandalar yığınıyla yaşıyorum. Biliyorum ki benim gibi yazamayanlar, yazabilenlerden çok daha kalabalık. Bomboş olduklarından atılamıyorlar da. Bazen annem aralarından bir tanesini gözüne kestirip yemek tarifi yazma defteri yapıyor ve ben ∞ - 1 belirsizliğindeki ajandalarımla yaşamaya devam ediyorum.

- Deneyimlerim bana der ki; abur cubur kategorisindeki yiyecekleri bir anda yığmayacaksın eve. Değersizleşiyorlar. Mutfağın çeşit yokluğu bakımından yankı yaptığı günlerde, bayatlıktan ekmek gibi olmuş çubuk krakerin verdiği hazzı, 8 farklı çikolatanın bulunduğu evde alamazsın dost.

- Rüyasında kurtadamların saldırdığı şark köşeli metrodan kurtulduktan sonra, "Transilvanya'ya hoşgeldiniz" tabelasını görüp korkuyla uyanan arkadaşım var. Ben birbiriyle bağlı olayların olduğu rüyalar görüyorum diyor. Bense seviyorum onu.

- Son olarak, elektriklerin geldiğini televizyonun açma-kapama düğmesindeki minik kırmızı ışığa bakarak anlamayı severim. Sonra gider televizyonun fişini çekerim. Aramızdaki ilişki budur.

Hiç yorum yok: