26 Şubat 2011 Cumartesi

anlık.

Bazen "seviyorum ulan!!" diye kendi etrafımda döne döne bağırasım geliyo, sonra o anlık coşkum geçince cümlem yalnız kalıp çipil çipil etrafına bakınmasın diye susuyorum. Başka bi sebepten değil.

Çünkü şairane duygular gelir, hiçbir yere sığdırılamaz pat diye ortaya dökülür, bi müddet ulvi takılınır. Sonra yerdeki halı falan görülür ve dünyamıza hoşgeldin.

25 Şubat 2011 Cuma

şüphesiz ki, ilkokuldan beri entelektüel insanlarız

Yıllar sonra rastlanılan tarz değiştirmiş insan. Bakmalara doyamadığım. İnsanın yüzü aynıyken tipi bu kadar değişiyo ya, hep çok şaşırıyorum. Asi bir metalciyken saçını yandan tarayan bir iş adamına, salaş bir hippiyken marka tutkunu bir tikiye, kendi halinde kravatını takıp servise fln binen bir insanken aniden "iflah olmaz bir serseri"ye dönüşüyosun ya. Sürekli de karşıma çıkıyosun farklı farklı formlarda. Değişim bana göre iyi de olsa kötü de olsa, görüşmediğimiz yıllar boyunca ne yaşadın, o kadar merak ediyorum ki ben seni.

Kesin ben de ne haldeydim, ne hale geldim. Kendi olunca anlayamıyo tabi insan, değişimin ilk ve son haline zınk diye tanık olmuyosun ve hep bu kafadaydın, milim değişmedi zevklerin gibi geliyo.

Mesela orta 1de falan boynuma kenar süsü şeklinde plastik bi halka geçirip "dövme ki bu? boynuma, koluma ve yüzük parmağıma aynı dövmeden yaptırdım, akşamları çıkarıp uyuyorum, sabah yine dövmemi takıp işime bakıyorum" diye gezmek ya da lise hazırlıkta sıranın üzerine oturup "zaaaaaambiiiğee zambieee hi hii hiiiiiieeyyaaa" demek.. hep size hazırladığım, seneler sonra "bu kız ne biçimdi laağn dimi ehehe" diyin diye düşünerek planladığım küçük şakalardı. Umarım muvaffak olmuşumdur. Hep şakaydı onlar olum.

14 Şubat 2011 Pazartesi

bir erkeğin çaresizlik dolu, acı dolu dakikaları. tamamen gerçek, hepimiz biliyoruz.

Bugün erkek olmadığıma şükrettim.

Zaman akşamüzeri 7-8 civarları, mekan caddebostan'da lig tv'si olan ve işte "çıtır tavuk sepeti" veya "biranın en sıkı dostu" vs. adlı yiyeceklerin servis edildiği bi yer. Bildiniz öyle yerleri. Duvarlarında hep amerikan filmi oyuncularının veya futbolcuların karikatürize edilmiş koca dudaklı fotoğrafları olur hani. Neyse. Sevgili kişisiyle karşılıklı oturuyoruz, ben "bu oyuncu orta açma özürlü bence" diyorum, o da -söylediğimde haklı bile olsam- "ne anlarsın futboldan sen narinşey?" bakışıyla bıyık altından bana gülüyor. Öyle takılıyoruz. Aşağı yukarı herkes de böyle takılıyor zaten. Hemen önümüzdeki masada oturan çift ise ilişkilerinin muhakemesini, o gürültülü, sigara dumanlı, "ibrahim torameeaan" yankılı ortamda yapmaya and içmişler. Daha doğrusu kız içmiş. Çocuğunsa içtiği tek şey bira. Başka bişeyden de haberi yok.

Kız o kadar seri bi şekilde ve yüksek sesle konuşuyor ki, sevgilim de bi müddet sonra kulak kesilip onları dinlemeye başlıyor benim gibi. Hatta yanlışlıkla kibarlık edip dinlemesek, kız masamıza gelip omuzlarımızdan sarsarak "dinlememek!!!"le suçlayabilir bizi. O derece bi iddia, o derece bi hırs söz konusu ortamda. Konuşma ilerliyor, dişi kişi konuştukça er kişi yüzüne bakıyor, dişi kişi sordukça er kişi cevap vermiyor. Çocuk "derdin ne ya maç izliyoz iki dakka!" diye bağırsa, kız daha da arttıracak iddiasını ama bi türlü alamıyor istediği tepkiyi. Sonra baktı tüm çabalarına rağmen alamayacak gibi, başlıyor küfür hitaplı edebi cümleler kurmaya. "Sen bana zaten bi gün bile değer vermedin, hep yadsıdığım şeyleri kanıksadın. Hayvanherif! Yaşanmışlıklarımızı gözyaşlarımla ıslatmama bile kızdın be sen! Bu hikayedeki başrol hep benim sessiz haykırışlarımdı fakat sen! Bir kere bile dönüp dokunmadın yüreğime! Gerizekalı!" İnanın kız edebiyatla argoyu o kadar güzel harmanlıyordu ki ben taklit bile edemedim şu anda. Zavallı çocukta tek bir tepki yok. Yüz ifadesinde değişiklik bile yok. Çocukcağızın kızı ağır çekimde ağzını oynatırken hayal ettiğini düşünüyorum veya acaba çizgi film kahramanı gibi aslında uyuyo da gözkapaklarının üstüne göz mü çizdi diyorum. Ben muhtemel olasılıkları düşünüp eğlenirken adamdan hala ses yok. Ben tabi arada "Bak demek ki çocuk şöyle yapmış, kız da diyo ki niye onu öyle yaptın diyo. Hıhı. Evet bak dinle. Öyle dedi. Dedim ben ama kesin şöyle oldu yani.." şeklinde yorumlar yapıyorum sevgilime. Sevgilimdeyse ses yok.

Aradan bi müddet süre geçiyor, kız vurucu son cümleyi de söylüyor ve bir hışımla montunu eline alıp sokağa fırlıyor, hızlı hızlı yürümeye başlıyor. Klasik son. Bu arada çocuk kızın kalktığını farketmemiş bile olabilir. Yavaş hareketlerle birasını yudumluyor, çıkan kamburunu iyice pörtletiyor. Hatta "nerdeyse bi anda göz altı torbası oluştu lan adamda" diye düşünüyorum. Yorulmuş. Maça iki dk göz atıyor sonra hesabı isteyip o da kalkıyor. Sevdiceğinin aksine yavaş adımlarla sigara içerek ilerliyor. Ben de artık tüm ilişkiye vakıf bi insan olarak sevgilime dönüyorum. Sevgilim derin bir nefes alıp veriyor, "bilmiyorum da kızın söylediklerinden tek kelime anlamadım ben, çok hızlı konuştu dimi? ne dedi hiç şey yapamadım. Çok fazla cümle vardı orda yaa." diyor. O anda o kadar seviyorum ki onu. O kadar olur. Noldu burda demin, izlediğimizi anladık mı? diye sorsam yarime, bir birinci sınıf öğrencisi gibi "ben bugün dırdır gördüm." cümlesini yazacak defterine, belli.

İçim sevgi ve şefkat doluyor. Onlara iyi davranalım, tüm suç bizde.

5 Şubat 2011 Cumartesi

zor bu işler.

İletişim çağı derken telefon, bilgisayar vs.'nin varlığı kastediliyor sadece değil mi? Söylemek istediğinizi karşı tarafa bu kanallarla iletebilme garantisini kesinlikle değil. Halbuki ben bilgisayarın gözümü acıtan ışığıyla veya telefonun ses alıcısıyla değil, etten kemikten bir insanla konuşmaya ihtiyaç duyuyorum. Canım sıkıldığında sessizlikten fazlasını istiyorum. Dilimi söylemekten aşındıran, blog açtırtan, sosyal ağlarda durum güncellettiren, sözlükte sabahlattıran derdim aslında tek birşeyden ibaret; yerlerini tutacak insan arayışım.

2 Şubat 2011 Çarşamba

"waka waka" ikilemesini son derece nahoş buluyorum.

- Dışarıda "THE ANNE!" olarak dolaşan annelerin evde pembe, üzerinde vak vak yazan ve "ördeklerin göl sefası" temalı pijamalarla gezmesi en sevdiğim şey olabilir.

- Önceden delicesine ihtiyaç duyulan ama artık işlevselliğini yitirmeye yüz tutan şey "müzik seti". Altında kasetlerini dizdiğin camlı bölüm, üstünde ne işe yaradığı bilinmeyen ve çok teknik gözüken bazı korkunç düğmeler barındıran ana bölüm, yanda da iki hoparlör. Odamda duruyorlar şu an karşımda. Önünde çömelip kaset aradığım günleri özledim biraz. Fakat çok az.

- İçine hiçbir zaman birşeyler yazmaya kıyılamamış ajandalar yığınıyla yaşıyorum. Biliyorum ki benim gibi yazamayanlar, yazabilenlerden çok daha kalabalık. Bomboş olduklarından atılamıyorlar da. Bazen annem aralarından bir tanesini gözüne kestirip yemek tarifi yazma defteri yapıyor ve ben ∞ - 1 belirsizliğindeki ajandalarımla yaşamaya devam ediyorum.

- Deneyimlerim bana der ki; abur cubur kategorisindeki yiyecekleri bir anda yığmayacaksın eve. Değersizleşiyorlar. Mutfağın çeşit yokluğu bakımından yankı yaptığı günlerde, bayatlıktan ekmek gibi olmuş çubuk krakerin verdiği hazzı, 8 farklı çikolatanın bulunduğu evde alamazsın dost.

- Rüyasında kurtadamların saldırdığı şark köşeli metrodan kurtulduktan sonra, "Transilvanya'ya hoşgeldiniz" tabelasını görüp korkuyla uyanan arkadaşım var. Ben birbiriyle bağlı olayların olduğu rüyalar görüyorum diyor. Bense seviyorum onu.

- Son olarak, elektriklerin geldiğini televizyonun açma-kapama düğmesindeki minik kırmızı ışığa bakarak anlamayı severim. Sonra gider televizyonun fişini çekerim. Aramızdaki ilişki budur.