13 Ekim 2010 Çarşamba

istanbul seni kaybetmiş , ilaçlayıp berbat etmiş.

Sakin bi insanımdır ben. Sinirlensem de sadece çok yakınımdaki insanlar farkederler çoğu zaman, neye kızdığımı o anda belli edemem, bi şekilde geçiştiririm veya konuyu kapatırım -sakinleştiğimde tek seferliğine ve yeniden açmak üzere. Zor gelir kendi içimdeki öfkeyi bastırmaya çalışırken bir başkasına durumumu açıklamaya çalışmak. Susup kendimi ifade edebilecek hale gelmeyi beklerim.

Bugün öyle olmadı. İstanbulda yaşayan her dişi gibi sokakta yürürken arkamdan bişeyler söylenmesine, yanıma kibarca yaklaşan anketörlerin sonradan kabalaşmasına, yanımdan geçerken pis pis sırıtılmasına ben de alışığım. Buna alışığım demek bile kötü evet ama yıllarca maruz kala kala duymamayı aldırmamayı öğreniyo insan. Şimdi keyfimi kaçırmiyim diyip takıyosun kulaklıklarını ve en kötü ihtimalle bikaç dakika içinde unutmuş oluyosun. Bazen de bugün bana olduğu gibi zaten moralsiz olduğun bi ana denk geliyo bu insanlar. Karşıya geçmek için ışık beklerken yanında durup, arkadaşına seninle ilgili ne düşünüyosa -sana da duyurmaya özen göstererek- açık açık söyleyebiliyo. Bunu bu ülkenin bi vatandaşı olarak kendine verilmiş haklardan biri olarak gördüğünden çok rahat. Dönüp yüzüne baktığın anda hiç tanımadığı, adını, nasıl yaşadığını bilmediği sana karşı daha da çirkinleşmeye hazır. Çünkü senin giydiğin bi tişört, tayt veya etek, pardon bişey sorabilirmiyim dediğinde vermiş olduğun özür dilerim vaktim yok cevabı, yanındaki arkadaşınla gülerek bişeyler konuşman, kısacası onun kendi yaşamında eve kapattığı, dışarı çıkmasına, yüksek sesle konuşmasına izin vermediği kardeşine, eşine, kız arkadaşına yasakladığı her davranışın seni onun gözünde direkt "hafif" konumuna getirebiliyo. E madem ben tanımadığım bu insanın hafif olduğu kanısına 4 saniye içinde vardım, o zaman neden sözlerimle veya bakışlarımla rahatsız etmeyeyim diye düşünüyo. Kafasının çalışma yapısı bu kadar net, basit ve köşeli. O sırada kullandığı kelimelerin kendisini, karşısındaki insandan çok daha fazla alçalttığının farkına varabilecek bi sağduyuya maalesef ki sahip değil.

Bunun eğitimle, görgüyle ilgili bi mesele olmasını dilerdim gerçekten de. O zaman o insanlar için üzülür, benim yaşadığım konumda yaşayamaması, benim sahip olduğum kafa yapısına sahip olamaması onun suçu değil derdim. Doğduğu andan itibaren başka şekilde yetiştirilseydi, başka okullara gitseydi, başka insanlarla arkadaşlık etseydi belki bugün aynı insan olmazdı diye düşünürdüm. İstenildiğinde belki değiştirilebilir bi durum olduğuna inanırdım. Ne yazık ki böyle değil, öğrenmiş oldum. Karakter bilgi, görgü ve yetiştirilme tarzından tamamen bağımsız olarak şekillenmese de yine de her zaman çok etkili olmadığını tecrübeyle sabitledim. Öğreniyoruz.

(P.S. Aslında bloga bu tip yazılar yazmak ve okumak çok eğlenceli değil biliyorum ama bugünlük böyle olsun.)

Hiç yorum yok: