21 Ekim 2010 Perşembe

bu yazının konusu: kelebekler kuşlar gökkuşağı teletubbies

Bi arkadaşımın facebooktan yolladığı iki şarkıyla yüzümde bi gülümseme belirdi. Mutlu olmak kolay aslında diye düşünüyorum şu dakika. Bak işte, bu şarkılar neymiş acaba diye açtım, ilk notayı duyup tanıdım, iki dakika önce sırtım ağrıyo diye yüzümü buruştururken şimdi ayağımla tempo tutuyorum. Üstelik ekseriyetle (evet, ne sandın ekseriyetle) yolunda gitmeyen hayatıma rağmen - Hep olmadık zamanlarda paramın bitmesine, hep ahmak ıslatanla ıslanmama, hep ışıklarda beklerken önümden otobüsümün geçmesine, geç kaldığımda hep tıkabasa trafik olmasına, bu aralar her yere geç kalmama, hep, hep, hep'e rağmen.- Daha büyük, ortamı gericek, bikaç dakika boyunca nahoş sessizlikler oluşturucak problemlerim de var aslında, senin başında kavak yelleri esiyomuş kızım, bunlar da dert mi denmesin.

Öyle veya böyle, yoksayabiliyorum canımı sıkan şeyleri çoğu zaman, boşver onu şimdi, gel sinemaya gidelim senle diyebiliyorum. Demek ki boyumu aşmamışlar daha, başedebiliyorum çoğunlukla. Çok bunalırsam açıyorum lise dönemimi hatırlatan bi şarkıyı veya filmi, fil hafızamın hayali düğmesini çevirerek balığa ayarlıyorum ve mandalina yiyorum. Başa çıkamıyosan, yoksay taktiği yani. Holivud'un en sevdiği esprilerden olan
-3'e kadar sayıcam ve sana hatırlattığım bütün dertlerini unutucaksın.
-Pardon, hangi dertler? diyaloğunun hayata geçirilmişi.

Zaten şu modum devam ederse ve biraz daha zorlarsam kendimi, pozitif düşünceye biraz daha abanırsam, iclal aydınınkiler gibi iki derin gamze bile fırtlatabilirim yanaklarımdan. Tabi bi de üç saat uğraşıp her yerini bantladığım posterime uzaktan bakınca iflah olmaz derecede yamuk olduğunu farketmeseydim.. Tadımdan yenmezdim, söyliyim.

Hiç yorum yok: