31 Ağustos 2010 Salı

sleepless in istanbul

Hani bazen arkadaşında kalırken ikiniz aynı odada yatıyosunuz ve gece uzun uzun muhabbet ediyosunuz ya. Laf lafı açıyo, sonra sen mesela konuştuğunuz konuyla ilgili olarak "o gün efsaneydi dimi bi de gelen o kız kimdi ki tanıyomusun?" gibi bişey soruyosun ve bi sessizlik oluyo ya. Cevabını alamayınca birden şüpheleniyosun ve artık arkadaşının adı neyse -mesela burcu olsun- Burcu? diye sesleniyosun ama Burcu sana Efendim? demek yerine derin derin nefes alıp ağzını şapırdatıyo ve öbür tarafına dönüyo ya. Baya baya uyuduğunu hatta belki rüyasında Hawaii'de boynunda çiçeklerle çılgınca dansettiğini anlıyosun ya. O zaman nasıl hissediyosun sen kendini? Ben öylesine yıkılıyorum ki. Öylesine hayal kırıklığına uğruyorum ki. Acaba konuşmanın tam olarak neresinde uyuyakaldı diye mi üzülsem, uyuyan biriyle hevesli hevesli muhabbet ettiğime mi ağlasam, uyuduğunu farketmicek kadar uzun konuşmuşum diye mi sıkılsam yoksa müzmin bir uykusuz olarak önümde muhtemelen tek başıma doğuracağım bi güneş var diye mi yansam bilemiyorum. İçim o kadar sıkılıyo ki o zaman. Burcu'yu sarsa sarsa uyandırasım geliyo. Düşünceli ve bilge bi edayla gerçekten hayat kötü sürprizlerle doluymuş diyorum kendime. Allah kimsenin başına böylesi felaket vermesin dostlarım.

Yazının finalinde ise Burcu rumuzuyla sözünü ettiğim kıvırcık saçlı, veteriner arkadaşıma sesleniyorum. Hani bazen bişeyden bahsederken "ya geçen gün biri daha bana o kızın kim olduğunu sordu ama rüya mıydı acaba o?" diyosun ya. Diildi abi, diildi.

Hiç yorum yok: