26 Kasım 2013 Salı

the finish line

Huysuzdum. Ciddi anlamda huysuz ve kafası karışık. Tatsız, tuzsuz, kalabalıkta çok şekerli, yalnızken bir hayli sade. Öyle bir zamanda çıktı karşıma. Daha doğrusu hep karşımdaydı da, şartlar başkaydı, yıllarca aynı odanın içinde oturup birbirimizin yanından geçip durmuştuk. Evet, beraber şarkı söyledik, değişik değişik insanların doğumgünlerinde -büyük ihtimalle birbirimizden 1 metre uzaklıkta durup- gözlerimizi devire devire alkışladık, hatta 2 sene birbirimizin doğumgününde de muhtemelen aynı şeyi yaptık. Ya da ben yaptım. O ne yaptı bilmiyorum. Ama şunu biliyorum mesela, yaklaşık 3 sene önce beni ilk defa gördüğü günü hatırlıyor. 2 sene önce bir kış günü topluca dışarı çıktığımızda üzerimde ne olduğunu da hatırlıyor. İlk kez arabasına bindiğimde neler söylediğimi bile hatırlıyor. Bense çok fazla şey hatırlayamıyorum, tek bildiğim asla vazgeçmiyor. Sabırla, inatla, ayakları yere basarak bekliyor. Bana ilk kez "şarap içelim mi?" dediğinde kilitliyorum onu, yok diyorum, hem niye geleyim ki seninle? İlk kez doğumgününe çağırdığında işim var, ama doğum günün kutlu olsun? diyorum. Aramalarının kimine dönüyorum, kimine neyse sonra dönerim diyip hiç dönmüyorum. Bir Pazar günü kahvaltı yapabilmek için yaklaşık 3 hafta bekletiyorum. En sonunda o Pazar buluştuğumuzda gece hava kararana kadar dolanıyoruz. Sahilde yürüyoruz. İlk defa "sen az önce yoldan geçen kıza mı baktın.." diyorum. O hayır saçmalama derken ben içimden neden böyle bi soru sordum ki şimdi diyorum. Ne dese karşı çıkıyorum, o ak derse ben YÜZDE YÜZ karayım. Sonra bir gün ben çok yabaniyimdir diyorum ve birbirimizin neredeyse sözünü tamamlayacak yarıştığımızı görüyorum - yabanilikte. Zaman geçiyor, düşüncelerim asla sabit kalamıyor, ben tatile gideceğim diyorum. O tatile çıkarken aklımda kimse olmadığından o kadar eminim ki. Arkadaşımla birlikte sabah olabilecek en erken uçuş için havaalanında beklerken o arıyor, konuşuyoruz. Ben yine kısa kesiyorum konuşmayı. Sonra mesaj atıyor, uçak rötar yaptı diyorum, biliyorum yarım saat kadar diyor. Hay allahım diyip yüzümde gülümsemeyle uçağa biniyorum. Nice'te onunla konuşuyorum, Cannes'da onunla konuşuyorum, Monaco'da onunla konuşuyorum, bir bakıyorum ben her gün onunla konuşuyorum?? Hiç ümidim yok senden yana ama pes etmeyeceğim diyor, ben de -ilk defa- kilometrelerce uzaktayken gittiğim her yerde sana yazabilmek için internet arıyorsam, bu işin içinde bir iş olmaya başlamış olabilir diyorum. Geveliyorum işte. İki gün sonra Nice'teki odama İstanbul'dan çikolata geliyor, sürpriz olacaktı aslında ama heyecandan kendini belli ediyor. Tam istediğim gibi olmadı ama.. diye mırıldanırken o, ben içimden "sanırım benim tam istediğim gibi." diyorum. Ertesi akşam -yine ilk defa- saçmasapan birşey için tartışırken, konuşmanın ortasında durup EVET TAMAM diyorum. Anlamıyor. Sen benim neye tamam dediğimi anladın mı diyorum.

O gün bugündür kızıyorum, seviniyorum, seviliyorum, seviyorum. Dünyanın en huysuz kızı olarak yüzüne bakmadan karşısında oturuyorum, "sana Kürk Mantolu Madonna'nın son 10 sayfasını okuyayım mı?" diyor. Oku diyorum. Okumaya başlıyor. Çok yavaş okuduğunu biliyorsun değil mi? diyorum, çünkü hiç hata yapmak istemiyorum diyor. 10 sayfa bittiğinde Maria Puder ölüyor ama ben gülüyorum. Ellerini tutuyorum. Sıcak. Gerçekten sıcak. O da gülüyor. Bu kadar kolay işte barışmak.

Sana haksızlık ettiğim zamanlarda, kötülük ettiğimde, hayatımda hiç olmadığım kadar düşüncesiz davrandığımda dahi parmağımı uzatıyorum ve hemen tutuyorsun, o sırada üzüntüden ve sinirden ölüyor bile olsan tutuyorsun. 25 dakika bağırsam, 26. dakikada birden durup gülümsesem, sen de gülümsüyorsun. Gözlerin doluyor karşımda, benim de içim doluyor. Arkadaşlarına benimle ilgili birşey anlatırken gerçekten gözlerinin içinde küçük küçük smiley'ler beliriyor.

Hayatım boyunca biriyle tartışırken ilk defa uzlaşabileceğimi hissediyorum. Haklıyken haklı, haksızken de haksızsın. Hayatımda ilk defa tartışırken bu kadar mantıklı konuşan birini görüyorum diyorum; hem kendime, hem de sana.

Sen serseri, umursamaz, cool erkek olayım ben en iyisi diyorsun ama, sevgilim, dünyanın en iyi insanısın. Benim savrukluğumun karşısındaki tutumluluğun, benim bitmeyen gitgellerim karşısındaki kararlılığın, benim huysuzluğum karşısındaki sevecenliğin hep baki.

Geçen gün bütün akşam bana bunu söylettirmeye çalıştın.
Seni seviyorum.

4 yorum:

Unknown dedi ki...

Bendim o deli çocuk, belki ısrarcı, pes etmeden bu güzel hissin peşinden giden. Çünkü, ben olmayan birinin varlığını keşfettim, yıllardır kimse yoktu ki belki bana katlanacak, bu kadar iyi anlaşacağım bu kadar tatlı birisi. Ben zannetmiyordum ki,!

Evet senin haberin yoktu belki, ilk geldiğin gün o küçük toplantı odasına girdiğiniz anı çok iyi hatırlıyorum, doğrudur geldiğin ilk gün kulak kabarttım, kimdir dedim sordum soruşturdum. Sonrasında pek bir alakamız olmadı esasında doğrudur. Bahsettiğin gün, ogün belki de ilk defa konuştuk, belki o gün ilk defa acaba dedim, olmaz mı ki? Evet doğru, türlü yollarla seninle konuştum, dikkatini çektim, dedim ki su mu kokuyor yoksa bardak mı. Şaşırdın eminim ki, bayram değil seyran değil, neden yazdı diye. İlk dedim ki yemeğe beni de çağırın ben de geleyim tek kaldım. Çağırmadın. Sonra yüzsüzce ben takıldım sana, dikkat çekmeyeyim diye Kerim'le:)

Gel zaman git zaman gördüm ki, Sen varsın, meğer çok yakındaymışsın, sen o kadar bana benziyormuşsun ki, buldum seni. Türlü oyunlar, askerdeki arkadaşıma birçok kez gittim mesela sırf benimle gel diye, kafamdakileri sordum bazen üstü açık bazen kapalı. Telefonunu aldım, doğrudur yazdım, cevap bekledim, cevapların çoğunlukla bir daha yazma cevaplarıydı, yazdım. İstedim ki dışarı çıkalım birlikte, ev yapımı şarap yeri önerdim, kitledin beni! Cevap veremez hale geldim, böylesi daha güzel, zordu çünkü herşey belki imkansız!

Birgün sonunda bana evet dedin, çıktık o pazar günü, 5 dedin, erken buluşamam uyuycam dedin. Yürüdük birlikte, ben dedim elimi tut, çok istedim yanarız de diye diyeyim ben de yanalım:) Tabiki ihtiyatla yaklaştın, evet demedin, erken dedin, pes etmedim, eve götürme bahanesiyle kaçırdım seni, Fransalara gittin, biliyosun durumu en çok orda olmak istedim! Ben gidemesem de, birşey yapsam ama ne yapsam. Ufak fransızca öğrenmelerimle, ufak bir süpriz kovaladım. Sonunda bana "Evet Tamam" dedin, doğru anlamadım. Belki inanamadım. Beklemiyordum çünkü. Nasıl bekleyeyim, bir işaret görmedimki. 31 temmuz da bana evet dedin Selen, ogün bugün hayatımda var olan heyecanın, bu güzel hissin tasviri yok. Öylesine bir anlam kattın ki hayatıma, öylesine bir neşe!

Hayatıma anlam kattığın, heyecan kattığın için, yaşadığımız herbir güzel anı için çok mutluyum. Seni de mutlu etmeyi o kadar çok istiyorum ki!

PEşindeyim, bilesin:)

zeytin dedi ki...

Ya sen! Herşeyin en ince ayrıntısına, en en en küçük detayına kadar hatırlayan, öyle bir anlam, öyle bir neşe! diyerek Sabahattin Ali'den rol çalan, ben istemiyorum işte diyip surat astığımda etkileyici etkileyici "Love is disorder, so let's love" diye aklımı çelen sevgilim. Seni severim, yarın hatırlat da sana hayır dediğim her gün için uzun uzun sarılayım.

çise dedi ki...

ben bunları şu an okudum ve heyecanınızı yaşadım şu on dakikada! birbirinizi sevmekten hiç vazgeçmeyin, birbirinize tencere-kapak hesabı uyduğunuz öyle belli ki, görmeye gerek yok. ve Selencim, yazdıkların benim son dört beş ayıma da tercüman olmuş (halbuki bu benim işimdi! :)) bu heyecanlarımız, sevgimiz, sadakatimiz,neşemiz, mutluluğumuz hiç bozulmasın! :)

zeytin dedi ki...

inanılmaz tatlısın, uzaktaki dost, yakındaki kalpsin:) aynı dilekler benden de sana gelsin, ağzımızın tadı hep bonibon yedikten 5 dk sonrası gibi kalsın.
sevgiler
:)