3 Şubat 2010 Çarşamba

eğrinin maksimum yaptığı nokta

Karların gidip tekrar geri gelmesinin ruh halimde oluşturduğu 180 derecelik döngü? Son birkaç günde birkaç aylık yaşadım sanırım, önce buz gibi suyun içine saçımdan tutularak sokulmuş gibi şoklanmak sonra da şezlongda yatıp güneşleniyormuşçasına huzurlu ve sıcak hissetmek. Gözlerimi kapayıp sindirmek istiyorum şuanda. Bu kadar hissetmek zor bir durum, içimden birkaç kişi daha çıksın onlara da paylaştırayım demek istiyor insan.
Bazen oluyor işte, herşey bir anda güzelleşiyor. Dünyanın en güzel filmlerini izliyorsun, radyonun sesini çok çok az açıp kısık sesle dinlenebilecek en güzel şarkıları dinliyorsun, dünyanın en güzel insanlarıyla havanın nispeten sıcak olduğu bir günde dışarıda oturup önce saçmasapan şeylerden muhabbet ediyorsun, sonra saçmasapan figürlerle dans ediyorsun, yorulup hep beraber oturuyorsun, dur dur boşver diyip kalkıp yine beraber zıplamaya başlıyorsun, otobüste 15 dakika kadar yanındaki çinli adamın okuduğu kitabın alfabesini inceliyorsun ve çin halkını takdir edesin geliyor, dünyanın en tatlı bebeği sen kapıdan girince gülmeye başlıyor, parmağını uzatınca bebek refleksiyle tutup sıkıyor, dünyanın en mükemmel erkeğine hiç bir koşulda kızgın kalamıyorsun, görünce terazide ikinizin oturduğu taraf deli gibi ağır basıyor, gidip boynuna atlıyorsun o da sana özlemekle ilgili birşeyler söylüyor. Gece olunca uyumak istediğin anda uykuya dalabiliyorsun. Canını sıkan sorumlulukların hepsi yoluna giriyor, içtiğin türk lahvesinin şekeri ilk kez bu kadar dengede oluyor, yanında verilen küçük tatlı ilk kez kahveyle bu kadar uyuyor. Elele tutuşmak kavramı keşke tek elin değil, ikişer elin birleşmesiyle olsaydı diye düşünüyorsun. Duvarındaki postere bakıp Audrey Hepburn ne kadar güzel ve zarif diyorsun giyinirken. Aklına hiçbirşey sırayla gelmiyor, önce elini yıkadığın sabunla ilgili birşeyler düşünüp sonra hala emzirilen ve iki tane küçük dişe sahip bebeklerin diş fırçalama alışkanlıklarıyla ilgili birşeylere takılıyorsun. Sonra da dünyanın en iyi insanlarının bir şekilde gelip senin arkadaşın olduğunu aklından geçiriyorsun ve hemen bunlardan o anda mutfakta omlet yapan bir tanesine gidip benimki çok pişmiş olsun diyorsun. İlk kez hafif kırmızı ruju kendine yakıştırıyorsun, sonra kapının önünde gelmeni bekleyen insanın yanına koşa koşa indiğinde durup kırmızı ruj ne kadar yakışmış sana diyor. Bunu duyunca insana gülmemek yakışmıyor zaten, gülmeyi de kendine yakıştırıyorsun.
Ne bileyim işte. Oturup sıraya koymadan yazdım ama tarif etmeye çok da gerek yok. Mutluluk, mutluluktur.

Hiç yorum yok: