4 Şubat 2015 Çarşamba

hayatın sana verdiği kadarı.

Yetişkin problemleri rocks! Ne yaptım, ne yapıyorum, yarın ne olacak derken 26 yaşıma geldim. Aaaaah geçmişimdeki değiştirmek istediğim tüm yanlış kararlar. Ve sırf bu yüzden bugün aldığım her bir yeni kararımda "ulan 5 sene sonra bugün için yine yanlış karar vermişim diyecek miyim acaba?" korkusunun su yüzüne çıkması. O korkunun sinsi sinsi kemirmesi. İçimi içimi yemesi.

Hayatta hepimiz mutlu olmaya çalışıyoruz ve itiraf ediyorum ki bazen Barney'nin "instead of being ill, be awesome!" taktiği işe yarıyor. Eski bir fotoğrafındaki gülümsemene bakıp o gün ne kadar mutlu olduğunu hatırlıyorsun, ancak geçmişe dönüp o günkü senle röportaj yapsan sana söyleyeceği ilk cümlesi yine "çok mutluyum lalala" olmazdı.

Keşke bazen insanlar karanlık bir bağımsız filmdeymişçesine bir durakta karşı karşıya dursa ve ağızlar yerine iç sesler konuşsabilse diyorum. O zaman belki hayatımızdaki en büyük eksik olan "heh, şimdi içim rahat etti!" cümlesini rahatlıkla kurabilirdik.

18 Aralık 2014 Perşembe

özgün'e

Sevgilim. Gelsen artık? İstanbul’da gitmek istediğimiz yerler listemizdeki yerlerin bazılarına sensiz gittim, keşke o da yanımda olsaydı diyerek yeni yeni oyunlar izledim, sinemalarda ara olduğunda yorum yapmak için telefona sarıldım. Çok yalnız hissediyorum. Bence herkes deli. Ciddiyim. Şu dünyada aklıma yatan, içime sinen tek insan senmişsin gibi geliyor bu aralar. Ben de delirdim. Kaç zamandır canım Beyaz Fırın’da yediğimiz makaronlardan çekiyor, dur o gelince beraber yeriz diyerek gitmiyorum, yemiyorum. Karaköy’de ilk başta çok beğendiğim ama sonra otururken kavga ettiğimiz için sevmemeye karar verdiğim o pis kafede oturup tatilde nereye gidelim kavgası yapmayı bile özledim. Yönetmen sandalyelerimizi alıp sahile inmeyi, senin her defasında sırtını denize, yüzünü bana dönerek oturmanı özledim. Gerçekten yalnızım. Çok arkadaşım var ama sensiz asla yalnızlıktan kurtulamayacağım. Cimrileştim. Sen yokken para harcamaktan nefret ediyorum. Sen yokken dışarı çıkmaktan bile nefret ediyorum. Herşeye yorgunluk gözüyle bakmaya başladım. Hayatta keyif aldığım herşeyi sen gelince yaşamak üzere biriktiriyorum, aklım sen gelince sevinilecek olaylar listesiyle dolu. Yalnızım. Sen her ne kadar bana moral vermek için her sabah telefonu adıma yazılmış şarkılar uydurarak açsan da, hafta sonları benim uyuduğum saatlerde şiirler uydurup telefonuma videolar yollasan da yalnızım.

Sen gelmeden ASLA tam olamayacağım.

İki tane fıstıklı makarona kavuşabilmek için, senin için, bu saçmasapan kaoslarla dolu İstanbul’u yeniden sevebilmek için 72 günüm daha var. Çabuk gel olur mu.

11 Kasım 2014 Salı

sağa sola.

Günler uzunken yine iyiydi de, kışın işten eve gelip yemek yedikten sonra hemen yatma saati gelmesine ne diyorsunuz? Mesela şu an ben bu satırları yazarken saat 22:09 ve ben duş almak için saniye saniye geç kalıyorum. Ayrıca eğer vücudumuzdaki mikroplar hapşırarak dışarı atılıyor ve bu şekilde bedenimizdeki nesilleri tükeniyorsa, ben bugün bu sezonun tüm griplerini hapşırarak attım sayılır. Öteki türlüyse, sıkıntı var.

Sevgilim kalabalıkta efendi efendi otursa da, yalnızken en az benim kadar çok konuşuyor. Bunu da kimse bilmez. Hatta bugün telefonda karşılıklı olarak birbirimizi dinlemeden birşeyler anlatmamız sonucunda "AZ SUS DA BEN KONUŞAYIM" dedi. Çok güldüm. Çocuğun resmen konuşma isteği birikmiş, patladı. Bazen de "hayır öyle değil, şöyle" şeklinde tartışırken dayanamayıp "AYYY NASIL DA SÖYLEDİĞİN HERŞEY YANLIŞ" diye feryat ediyor. Seviyorum. Her "Gazinodayım şu an" diyişinde yaptığım "Emel Sayın orda mı?" esprisine terbiyeli terbiyeli gülüp "Bu espriyi 45. yapışın Selencim.." demediği için de ayrıca beğeniyorum kendisini. Tatlı ve düşünceli bir kimse, bu konuda beni rencide etmedi henüz.

Toplantıdaysam ESNİYORUM. NET. Toplantı konusunun sıkıcılığından falan değil, bedensel bir ihtiyaç olarak toplantılarda esniyorum. Kendimi alamadığım oluyor. Gözlerimden yaşlar geliyor. Gerçekten küçümsemeyin, allah kimseye böyle dert vermesin. İlacı falan varsa tavsiye edin, çenemi kasmaktan kaslarım ağrıdı.

Bence kim ne derse desin Mindy Kaling'in farklı bir hoşluğu / güzelliği var. Şimdi kendisini tanımayıp Google görsellerden aratacak olan kişiler için peşinen söyleyeyim, düşündüğünüz güzellik kalıplarına uymayan bir tipi olabilir ama gerçekten de komplekssiz oluşu bir insanı çekici kılmaya yetiyormuş. (Bu arada komplekssiz olmakla, kompleks yaptığı konuyla SÜREKLİ dalga geçerek "Bakın ne kadar da barışığım kendimle" imajı vermeyi karıştırmayalım. İkincisi ciddi anlamda irrite edici olabiliyor.)

Son olarak bir ömür Cuma gününü bekleyerek geçer mi? diye kendi kendime soruyorum. O işe bi çare bulmak lazım.
Bunu bi düşünün.

13 Ekim 2014 Pazartesi

bana her gün 13. cuma

Dün gece arkadaşlarımla sapık gibi birbirimizi korkutmaya çabalamalarımız sonucunda eve geldim ve daha fazla dayanamayarak aynaya baktım, üç kere "BLOODY MARY, BLOODY MARY, BLOODY MARY!!!!!!" dedim. Artık şu aynadan ne çıkacaksa çıksın, nefesimi bir buğu gibi içine çeksin ve sürüne sürüne aynaya girip geri gitsin istedim. Korkuyla yaşamak çok zor çocuklar valla ne olacaksa olsun. Sürekli kapının önünden geçen karaltılara kayıtsız kalmaya çalışmalar, aniden dönüp aynaya bakmalar, odamda gezinen varlıkların seslerini duymazdan gelmeler bir yere kadar. Her normal insan gibi işe gidip geldiğim, acıkınca yemek yediğim şu hayatta doğaüstü güçlerle savaşmaktan yıldım yahu.

Sırtımdan aşağı sallanan Koreli bir kimse görürseniz haber verin, onun haricinde de gölge etmeyin, başka ihsan istemem.

18 Eylül 2014 Perşembe

incecik.

Sevdiğinin elini kendi eline aldığında, avucunun içindeki çizgileri hafızasına kaydetmeye çalıştı. Serçe parmağının altından başlayıp işaret parmağına kadar uzanan upuzun bir hayat çizgisi dedi içinden. Beraber geçirmeyi umut ettiği bir hayatın, batıl inançlara göre sembolü olduğu söylenen çizgisi. Elini uzatıp sevgilisinin dudaklarını araladı, alt çenesinde bulunan ve diğer dişlere göre daha geride duran dişi iki parmağıyla tuttu, sevdi. Günler geçtikçe hasret ağırlaşacaktı biliyordu. İşte o zamanlarda bu dümdüz sıralı diğer dişlerine nazaran daha çekingen duran bir taneyi düşünecek ve gülümseyecekti. Elini çekti.

Hayatında belki de ilk kez, minnet, gurur, bağlılık, şefkat duygularıyla aşk iç içe geçmişti. Benim diyordu, bu erkek eli olamayacak kadar güzel ellerdeki tırnaklar, başının hemen önünde duran saç döneği, ağzının azıcık üst tarafında duran küçük kahverengi ben. Hepsi benim. Fiziken değil, evet, ama kalben benim.

Son ana kadar sarıldı ona, hissettiği herşeyi daha sonradan hatırlamak üzere tek tek aklına yazdı.
Evet, parmaktaki incecik bir kağıt kesiği gibiydi gitmesine izin vermek. Kanaya kanaya değil, ince ince acıtacaktı.
Sızı kelimesi içinde 2 tane uzun-ince harf barındırdığı için anlamsız gelmişti ona her zaman ama o anda çok mantıklı olduğunu düşündü. Sızı gerçekten de iki tane upuzuuun, incecik I harfiydi. Bir ince I onun parmağında, diğeri ise sevdiğinin.


***Sonbahar bitecek, kış gelecek.
Kış bitecek, ilkbahar gelmeden sevgilisi gelecek.
Bu sene Şubat ayı ilk kez onu bahardan önce sevgilisine kavuşturacak.

Demem o ki, seneye bahar, tüm zamanların en güzel mevsimi olacak.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

tüm insanlığa kırgınım

Bazen bir an geliyor, sanki dünyadaki tüm acıları kalbimin en derininde hissediyorum. Kaç gündür savaş fotoları yüreğimi dağlıyor, paylaşılsa bir türlü, paylaşılmasa bir türlü.

Yatıp uyumak, unutmak, yoksaymak istiyorum. İçim bu kadar kederi kaldırmıyor, son bir senedir ruhum tanımadığım kişilerin acılarına ortaklık etmekten halsiz.

Umarım sizi birbirinizden nefret etmeye şartlayan dinleriniz, anlayışlarınız, inançlarınız ve düşünceleriniz bir gün gerçek amaçlarına ulaşır ve savaşı kınarken bile birbirinizle savaştığınızı görebilirsiniz. Umarım siz de benden veya senden demeden her bir canlının acısını içinizde hisseder, önce kendinizden olana üzülüp, sonra kalan merhametinizi de "diğerleri" tabir ettiklerinize dağıtmazsınız.

Çok basit bir cümle yazacağım şimdi, hep tekrar edilen ama asla ne ifade ettiği anlaşılamayan.

Hepimiz insanız.
Hepimizin eline iğne battığında acıyor.
Hepimizin dizi kesildiğinde kanıyor.
Ne bir fazla, ne de bir eksiğiz.
Ne daha az değerli, ne de daha fazla üstünüz.
Hepimizin soluğu camın üzerinde bir buğu bırakıyor ve bu hepimiz için hala yaşamak anlamına geliyor.

Bunları biliyorsunuz değil mi?

17 Temmuz 2014 Perşembe

sabırsızlık

“Benim için yalnız çılgın insanlar önemlidir, yaşamak için çıldıranlar, konuşmak için çıldıranlar, kurtarılmak için çıldıranlar, aynı anda her şeyi birden arzulayanlar, hiç esnemeyen, beylik laflar etmeyen, yıldızların arasında örümcekler çizerek patlayan ve en ortalarındaki mavi ışığı görenler, “vay canına!” dedirten o muhteşem sarı patlayıcılar gibi yanan, yanan, yanan insanlar.”


Jack Kerouac, On The Road.