27 Haziran 2014 Cuma

put a ring on it

Ben.
19 Haziran 2014'te.
Rodos'ta.
Dünyanın en tatlı ve kararlı insanına.

Evet dedim.

Bir süre kendisini diğer yüzüklerimle boğmayıp parmağımda nefes almasına izin vermeyi düşünüyorum.
İşin materyalist kısmı zaten zerre umrumda değil.
Geldin, hayatım değişti.
Halim, tavrım, gülüşüm, yürüyüşüm farklılaştı.
Çift olmak nasıl birşeymiş, öğrendim.

İlk defa gittiğim ülkeler, ilk defa yürüdüğüm yollar, ilk defa havaalanında uyumak, ilk defa basketbol maçına gitmek, ilk defa kredi kartı borcu nasıl kapatılır'ı öğrenmek, ilk defa Prag'taki rüzgar gülüyle Bozcaada'dakini ayırt etmek, ilk defa sarılmak, ilk defa kaygısız olmak, ilk defa gözlerimi kapatmak.

Sen al, dünyanın en sarkastik ve evlilikten en korkan, ay ben güleriim diyen kızına bunları yazdır.

Hayret bişeysin, cidden.

25 Haziran 2014 Çarşamba

life changing decisions that we made

Şu an ofisteyim ve karşımda sevgilim grafiker arkadaşımıza birşeyler tarif ediyor, şurayı şöyle mi yapsak vs diyor, ben de bir taraftan beyaz leblebi yiyip bir taraftan da yan gözle kendisini kesiyorum.

Ulan ne mutluyum he.

17 Haziran 2014 Salı

istemek başarmanın...

Fake görünen başarı hikayelerini sevmiyorum. İnsanda yetersizlik ve umudunu yitirme duyguları uyandırıyor, tavrım net. "Bilmemkaç yılında bir hobi olarak yazmaya başladığı blogu daha sonradan tam zamanlı bir işe dönüştü..." Şu cümledeki uyuzluğa başka hiçbir yerde tanık olmadığıma yemin edebilirim. "Sırt çantasını" alıp cebinde bir kuruş olmadan Avrupa'yı gezenler, hacimli sarı saçlarını savura savura ve pahalı ayakkabılarıyla "stajyerken az mı fotokopi çektim ehemehe" diyenler, hepimizin yaptığı öğrenciyken ders verme işini profesyonel hayata giriş için ufak ama sağlam bir adım gibi göstermeye çalışanlar.. Aynı zamanda bu hikayeleri okurken beyinlerinin içindeki klişeleri saptama lobunun (bilgisizlik) ışığı yanmayanlar, ben de yapabilirim!!!! dedikten 15 dk sonra bir çay koyup dizi izleyenler..

Geçen Temmuz'dan bu yana biri iş, diğerleri tamamen aylaklık amaçlı 6 ülke gezdim, yarın 7.ciye gitmek üzere yola çıkıyorum. Diyeceğim o ki örneğin, "meeeeeeeeh çantama sweatshirt'ümü attım gittim" diyenlere asla inanmayın, moral bozmaya gerek yok. O üzerinde masum bir geyik görünen siyah sweatshirt ya Givenchy'nin yeni sezonundandır ya da giyen kişi 15 gün önceden ticari sicil belgesi, vergi levhası fotokopisi, o ülkeden döneceğine and içme, söz verme, allah kuran çarpma belgelerini toplamış, vizesini almış, bankamatiğe gidip TL'sini 2,80 küsür kurdan Euro'ya çevirmiş, pasaport kuyruğundan önce "bi tane yurtdışı çıkış harcı alabilir miyim lütfeeen?" demiştir. Çantaya tişört tıkıp gittiğini söylemenin çok daha cool ve umursamaz göründüğünün farkındayım ama işler öyle değil. Arada asilikle uzaktan yakından ilgisi olmayan bir sürü detay var, trafik falan var, öğlen acıkıp neyse şurdan bi sandviç yiyim sonra hallederim demek var, tam online check-in yaparken internetin kopması var. Var da var.

Başarı hikayelerini giriş ve sonuçtan ibaret sananlara selam olsun, arada koskoca bir paragraf olan gelişmeyi atladınız.
Şimdi izninizle Yunanistan'a gitmeden önce alınması gereken çıktılar, sığdırılması gereken bir plaj havlusu ve koyulması gereken bir out of office mesajıyla ilgilenmeliyim.

αντίο!




16 Haziran 2014 Pazartesi

Sevgilerle!

İnsanın yaş aldıkça hayatından birilerinin eksilmesi gerçeğini hala kabullenememiş olabilirim. Teorik olarak baktığımızda bugün düne göre daha olgunuz, dün verdiğimiz kararlar, hemen bugün tedavülden kalkacak kadar çocukça gelebilir. Bu "Dün & Bugün" ölçeği benim hayatımda birebir olarak geçerli. Çoğu zaman "geçen sene bu zamanlar.." demek yerine, "iki gün önce bu saatlerde.." diyebiliyorum.

Şunu kabul etmek lazım: Her insan kendi düşünce yapısıyla değerlendirildiğinde çok haklı. Bu yüzden taraflar karşılıklı olarak kırılıyor, karşılıklı olarak öfkeleniyor ve karşılıklı olarak bir adım bekliyor. Yani tartışmalarda her zaman "kıran & kırılan, özür bekleyen & özür dileyen" olmak zorunda değil, sanırım o belirgin çizginler 14-15 yaşlarımızda kaldı (zira o yaşlarda kaldırımda oturan çocuğa durduk yere tükürüp sonra da barışmak için özür dilemen gerekebiliyordu). Bu yaşlarda ise herkesin olaya baktığı açılar ve haklı olduğu noktalar farklı.

Öfke, kırgınlık, inat insan kalbinde daha yüzeyde duran duygular, bunları bir bıçakla kaldırdığımızda altta hala sevgi durduğunu görebiliriz. En azından ben böyle biriyim, kolay kolay nefretin beni ele geçirmesine izin vermem, birinden nefret etmem için affedilmesi ve unutulması çok büyük bir kötülük görmüş olmam lazım. (Bazen bir insanın sadece tipine bakarak ya da çorbayı şapırdatarak içtiği için nefret edebiliyoruz tabii ki, ön yargı hayatın her yerinde, o konuyu -utanarak- ayrı tutuyorum.)

Neden orta yolun bulunmasının bu kadar zor olduğunu anlamak ise güç. Çoğu zaman kırgınlık anında NE GEMİLER YAKTIM, NE GEMİLEEER YAKTIIM modunda olsam da, sakinleştiğimde yavaş yavaş yenilerini inşa etmeye çalışıyorum. Kırgın ve kızgın olduğum birinden güleryüz gördüğümde kalbim yumuşuyor. Zaman gerçekten de ilaç gibi radyo çocuklar. Sabit fikirli olmayalım, olaya sadece kendi açımızdan bakmayalım yeter. Sonuçta bütün dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olsa? Ve tabi ki insanlar elele tutuşsa, birlik olsa falan filan.

Çok dağınık bir yazı yazdığımı biliyorum ama içimden geçenleri sıraya koymadan, aklımdan geçtikleri şekilleriyle yazdım.
Sevgiler. Gerçekten sevgiler.