21 Nisan 2014 Pazartesi

get spring-ed.

1 aydan daha kısa bir süre sonra kısacık bir Bozcaada tatiline gideceğim. Her zamanki gibi küçük küçük notlar aldım, nerede ne yiyeceğim, hangi şaraptan almalıyım, hangi pastanede tatlı yiyip hangi sahilde kumların üzerinde yatacağım hepsi belli, aklımda. Tatil planlamak konusunda hiç mütevazı değilim, olmayacağım.

Sanırım şimdiden daha önce hiç gitmediğim bir adanın kokusunu burnumda duyuyorum, denize giremeyecek olsak bile saçlarıma mutlaka tuzlu su süreceğim, karışsınlar biraz.

Bademli lokum alacağım, sonra her lokumsever gibi dayanamayıp kese kağıdının ağzını aralayacağım ve iki lokum çıkaracağım. Biri benim ağzıma, hop öteki de onun ağzına. (Sonra tabii ki bütün lokumu bitireceğim, saçmalamayın aklımda duracağına midemde dursun)

Çamlıbağ şarabı içeceğim sokaklarda yürürken, gece sahile gidip rüzgardan korunmak için sweatshirtümün kapşonunu geçireceğim başıma ama ayaklarım mutlaka çıplak olacak. Kuma gömeceğim parmaklarımı, sonra da aşağıda hafif hafif oynatacağım.

Kahvaltıları ay resmen uzatacağım; reçel, marmelat, beyaz peynir, nutella, börek ne varsa artık hakettim. Uzun zamandır yediğime içtiğime çok dikkat ediyorum ama Bozcaada'da midemin üzerindeki hayali kırmızı fiyongu hayali makasımla keseceğim. Midemi kullanıma açacağım dostlar, no more ızgara sebze.

Çiçekli neyim varsa götüreceğim, sokaklarda eteğimi sallaya sallaya koşmak istiyorum. Belki papatya da toplarız, sonra ben her zamanki çöpçülüğümle atmaya kıyamadığım papatyaları senelerce saklamak üzere yanımda İstanbul'a getiririm.

Onu her zamankinden daha çok seveceğim orada, bakıp bakıp ellerimi yüzüne süreceğim, burnuna bastıracağım. Burnumu yamultma diyecek, daha çok bastırmak için elle tutulur sebeplerim olacak.

Hep derim bahar insanıyım ben, bahar gelince mutluyum; tatili, lokumu ve kumu bahane ediyorum.
Bahar ayrı bir mutluluk, ayrı bir hayata sarılma isteği.
Hadi bakalım.