19 Şubat 2012 Pazar

sonkiii üçdört.

Sürekli ama sürekli Melis Danişmend dinliyorum. Ayaklarımı kıçıma vura vura kaçmak istiyorum Büyükada'ya dedikçe o, burnuma çimen ve portakal suyu kokusu geliyor. Bu aralar en çok istediğim şey havanın gerçekten ısındığı bir günü yakalayıp Caddebostan sahilde yayılmak ve daha da yayılmak. Pastel boya alıp en yeteneksiz halimle kapısından nehirler akan evler çizmek. M şeklinde kuşlar ve göğüs şeklindeki iki dağın arasından açan güneş. Çünkü kışın ve karın apaçık bir illüzyondan ibaret olduğunu düşünüyorum. Kendisi bembeyaz ama ruhumuza kalitesiz bir türk korku filmi olarak olarak sirayet ediyor, bizi böylesine kandırman hoş değil kartanesi, hiç hoş değil!

Onun haricinde işte yoğun günler başladı, hoşçakal her hafta gidilen yemekler&karaokeler&oyuncaklı şeyler. Ve sana da hoşçakal milliyet.com.tr - sanatçıların makyajsız halleri galerisi. Beni mesut ettin, sen de olasın.

Uykum tıkır tıkır düzenli ama bu sefer de saat 11 olunca yüzüm kırışıyor endişeden. Yine de erken yatıp erken kalkmak güzel şey, ümitli şey. Tick-tock, on the clock.

Sevgililer Günü'nde oradan oraya savrulduk. Sonra pizza yiyip kola içtik, ben izlediğim Uzay Heparı belgeselini uzun uzuuuuuun anlattım Yetkin Dikinciler'e benzediğini ümit ettiğim tonlamamla. Sevdiceğim beni eve bıraktığında arabadan inerken hala aynı şeyleri anlatıyordum. Bazen bazı şeylere tutuluyorum, bir ara da hayatımı Edith Piaf'ın ömrünü gün gün ezberlemeye adamıştım. Şimdi sadece şarkılarını dinleyip neydi o eski delişmen günlerim diyorum. Gençlik.

Havanın soğuk olduğunu ise the üşümeyen kızlar'ın kalınımsı mont giymesinden anlıyorum. Ne zamanki onlar dolaplarından eldivenlerini çıkarıyorlar ben de hah! diyorum, içime yünlü çorap giyeyim, havalar soğumuş.

Son olarak bazen bir an geliyor, yalnız şu an çok kırıldım diyorum. Sonra bakıyorum kırılmamış, acımış sadece.

Tüm babaanneler bilir ki, kırık olsa duramazdım.