30 Ocak 2012 Pazartesi

perfect sense

Eğer 5 duyunuzdan bir tanesini seçmek ve diğerlerinden feragat etmek zorunda kalsaydınız, hangisini seçerdiniz?

* yazının devamı spoiler içeriyor, başlık filmin adı, aman deyim*

Bugün izlediğim bir film beni yerle bir etti, üzdü, endişelendirdi. Evet bugün izlediğim bir film beni çokça düşündürdü.

Şöyle ki, bulaşıcı bir hastalık sonucu insanların koku alma yetileri kayboluyor. Başta korkutucu gibi gelen bu duruma bir süre sonra uyum sağlamaya çalışıyorlar, yemekleri daha baharatlı, daha tatlı, daha acı yaparak.

Sonrasında, tat alma duyuları köreliyor. Bir durum düşünün ki, sindirebildiğiniz herşey artık sizin için standart algıda. Tatsızsınız evet, sosyal hayatınız da tatsız. Sevgiliyle çıkılan şarap eşliğindeki romantik akşam yemekleri, masanın üzerindeki bir demet çiçek artık hiçbir şey ifade etmez size, edemez. Hayvansal bir içgüdüyle sadece doymak için yiyorsunuz, çünkü bir süre sonra yemeklerin tadı da unutulmaya başlanıyor. İnsanlık azimli, ilk şoktan sonra herşeye uyum sağlamışız bunun da üstesinden geliriz demeyi tercih ediyor. Sabunla pasta, pamukla cips bir şekilde ayırt edilmeli birbirinden değil mi? Böylelikle romantik akşam yemeklerinde önemli olan şarap kadehinin çıkardığı sese, ekmeğin koparılırken elde çıtır çıtır ufalanır bir his bırakmasına veya pasta kremasına verilen şekle dönüşüyor. İnsanla hayvanın farklılığını burada görüyoruz, insanlar sadece doymak değil, doyduğundan tatmin olmak istiyor.

Film ilerledikçe, sesin de yavaş yavaş kaybolmaya başlayacağını anlıyor, huzursuz oluyoruz. İnsanlar dünyanın sonunun geldiğini düşünüp etrafı yağmalamaya başlıyorlar, restoran sahipleri "satabileceğimiz tek şey un ve yağ!" diyerek kepenk indiriyorlar. "Ses"i yitirenler karantinaya alınsa da bir süre sonra ses dünyadan yok oluyor. İşitsel bir karanlık, müzik yok, telefon konuşması yok, araba kornası yok. Basitçe, yok. Alışmalı fakat kim o alışmak isteyen diye sormak lazım? Alışmak demek sevdiklerinin sesini hatırlayamamak, arabesk müziğe tahammül edemeyen pek rafine zevklere sahip kulağının onu bile hafızasında tutamaması demek. Yeni bir süreç. Sosyal bir açlıkla adeta kanlı bir parça et arayan kaplan gibi barlara gidiyor, delicesine davul ve bateri çalınan kapalı ortamlara gidiyorsunuz Ellerinizle masalara tutunup sahnedekiler zıplarken masa nasıl titriyor anlamak, tatmak, koklamak, duymak istiyorsunuz. Masa ne kadar titriyorsa, müzik o kadar iyi artık.

Bu noktada tamamen karanlığa gömüldüklerinde, olan biteni göremediklerinde neler olacağını düşünmeye başlıyorsunuz. Tüm duyulardan yoksun boş bir kabuk mu olacaklar? Herşey bitecek mi? Tüm o kaos ve panik dünyanın sonunu getirecek mi?

Hiç sanmıyorum diyor size film.

Çok samimi ve çarpıcı buldum, evet. Etkilendim. Filmi bitirdiğinizde asla hak vermek istemeyeceksiniz biliyorum ama dediğim gibi.
Mesele sadece dokunmak.

2 yorum:

Cansu dedi ki...

geçen gün izlemiştim ve duyu kaybıyla ilgili tivitler bloglarla dolmuştum. gerçekten aramızda bi elanktrik var selen :o

zeytin dedi ki...

kağıt paralarımızın döne dolaşa birbirimizin cebine girdiğinden yüzde yüz eminim şu noktadan sonra.