29 Nisan 2011 Cuma

ağırlık.

İçim öyle sıkkın ki. Değilmiş gibi davranmak da bir yere kadar fayda ediyor. Düzelmeyen havalarla birlikte hala giymek zorunda kaldığımız kalın hırkalardan, montlardan ruhumda da var sanki. Çıkarsam şunları, ruhumun altına bir şort, üstüne de bir askılı geçiriversem rahat edeceğim.

Neden buradayız, ne yapıyoruz, nereye varacağız bilemiyorum.

Öte yandan sevgilim dünyanın en iyi, en tatlı insanı galiba. Yardımsever, düşünceli, destekçi. Arada canım sıkıldığında, birşeyleri kafamdan savuşturmak istediğimde onu böyle çimenlerin üzerinde ağır çekim yürürken hayal edesim geliyor. Güneşin çoktan açmış olduğu bir boyutta olsak, hep akşamüzeri serinliğinde kalsa hava ve biz onunla sadece el ele tutuşup yürüsek. Hayat hep o anlardan oluşan bir döngüden ibaret kalsa, bittikçe tekrar başlasa ve biz etrafımızdaki hiçbir şeyin kaybolmayacağının bilincinde olarak uzun uzun yürüyebilsek.

Bu aralar hep bunu istiyorum.

14 Nisan 2011 Perşembe

seviyorsan git konuş bence?

İnsan morali bozukken ya da sadece nedensizce depresif hissediyorken yazdığı, söylediği şeylerden sorumlu tutulmamalı bence. İçimizdeki odasının kapısını çarparak ortamı terkeden ergen tam da bu zamanlarda ortaya çıkıyor zira. Örneğin ben, hiç bir zaman moralimin bozulmasına sebebiyet veren kişiye açılamıyorum. Karşımdaki davranışlarıyla, beden diliyle vs engelliyor beni bilmeden. Benimle o sırada konuşmak istemediğini anlayıp istediğim gibi doğrudan konuya giremiyorum. Hele ki erkeklerin asla anlamayacağı imalarda bulunmaya çalışıyorum, konuşmak istiyorsun değil mi sorusunu alabilmek için. Çünkü dırdır eden olmak istemiyorum ben hiç. Bir ısrardan, iki dırdır edenden nefret ederim. Ama sessizliği "ya ben bişeye kırıldım" diyerek bozan olmak da istemiyorum. Çünkü "dırdır" bir insan olsaydı, facebook'ta onu "kırıldım" olarak etiketleyebilirdik. Bu böyle, eminim. (Not: Erkekler kırılmaz, darlanır) Adım mesela atıyorum süleyman'mış gibi "bana bak, geçen şey dedin ya ben ona çok darlandım kafam bozuldu haberin olsun. bi daha tekrarlanmasın hacı" demek de olmuyor. Elimde french oje var, nereye bozuluyo kafam. Bize bahşedilen şey -adı batsın dicem artık- kırılmak. Dolayısıyla ne yapacağımı bilemiyorum, afedersiniz ama sıçtık diyorum kendi kendime.

Uzun uzun bakmalar, bi türlü ağzımı açıp bi kelime çıkaramamalar, neden suratsız olduğumu saklamalar, neşeli gibi histerik histerik gülmeler falan. Bildiğin Bihter Ziyagil yani. Temsili Behlül'se hep kaçar pozisyonda olduğundan işler zor gibi görünüyor. Bihter ki hiçbir şeyi içinde tutamayan, herşeyi açık açık anlatmak isteyen tezcanlı şahsiyet. Tak diye zamanlı zamansız konuşası var bence.

Yani. Ben öyle anladım.

7 Nisan 2011 Perşembe

aferin abi.

Lanet olsun sanaa ey zalim felek! derlerken ne demek istediklerini anladım ben bugün. Zalim bile değil, zalım. I'yla. Daha etkili. Elimi neye atsam, hani üfleyince beyaz tüycükleri uçan bi bitki var ya, onun gibi hop dağılıveriyor anasını satayım. Biri çıkıp "şans benim göbek adımdır bebeğims" diyor, ben burada nasibimi bile alamıyorum kendisinden yana.

Bu birkaç gündür yağan yağmurlar da benim yüzümden sanırım. Kusura bakmayın artık. Sevinmiştim havanın açmasına, ondan oldu diye tahmin ediyorum. Zira başrol oyuncusunun ayağı kayıp düşünce arkadan kahkaha efekti verilen dandik sit-com'lara benzedi iyice hayatım. Dümdüz yolda nerede bir muz kabuğu var, gidip mutlaka ona basıyorum da ben.

*P.S. her cümlenin sonunda hani bağlaç gibi kullandığımız ve iki harfle kısaltılan bi küfür var ya. heh. ondan olucak.