31 Mart 2011 Perşembe

sıkı can iyidir. ben demiyorum onlar diyo.

* Az önce yüzümü arkasında 'bilahare yüzünüzü bi tülbentle yahut pamukla silersiniz' yazan bir temizleme sütüyle temizledim. Bilahare diyor, tülbent diyor. Adeta kafası rahat. Şimdi çay demledim, sen onu bilaaağre halledersin kanka gel otur dizi başlıyo diyor. Ben böyle yüz temizleme ürününe güvenirim arkadaş, adamın bir bildiği var bence. (Gayet de etkili, ipek gibi yanaklarınız oluyor, bak gerçekten.)

* Lise hazırlık dönemim 'vuuuaaaadi geeöl buluşalııım eski köprünün altındaa' şarkısıyla geçti desem. (Bkz. uykudan esniyormuş gibi şarkı söylemek)

* Bazı mağazalardaki ışıklandırmalar. Zalımsınız. Bizi adeta survivor'dan yeni gelmiş gibi, az sonra 1 tl isteyecek faik gibi göstermek hiç hoş değil. Kınıyorum.

* Damak tadı denilen şey ilginç (merhaba hayatı yeni keşfediyorum). Yani mesela marketteki bazı bisküviler sanki boşuna orada duruyormuş gibi geliyor bana. Sultani veya Burçak falan. İki elim tatlı komasında olsa yemem, o neymiş. Ama çok bayılarak yiyen de yakınlarım var. Markete girelim de ben bi sultani alıcam falan diyorlar. İşte, ilginç.

* Dizi arayışındayım. Takip ettiğim tüm diziler üç ayda bir yayınlandıklarından bana nice uykusuz geceler vaat edecek yeni bir diziye ihtiyacım var. Dün 3 bölüm United States of Tara izledim, eh dedim. İzlediğim kadarına bakarak pek de karar veremedim sarar mı sarmaz mı ama, gideri var gibi geldi. Bir de adını fazlaca duymaya başladığım Misfits'in ilk iki bölümünü indirdim, daha izlemeye fırsatım olmadı, bakacağım. Bir de Community varmış, Modern Family gibi güzel diyollar. Hayat çok zor, diziler falan. Önerilerinize açığım.

* Dizi demişken söylemeden geçemeyeceğim. Glee'de hep Brittany, Modern Family'de hep Manny, Skins'te de hep Cassie'li sahneler olsun, ben hiç bıkmam. Aynı hevesli suratla eheara meheara diye diye izlerim. Seviyorum.

* Son olarak Merlin'deki Camelot kalesini aynı zamanda Sihirli Annem'de Dudu'nun evi olarak da görmüştük. İzleyenler bilir.

24 Mart 2011 Perşembe

endişe, heyecan, kuşku ve korku. bir otobüs güncesi.

Ne zaman otobüse binsem aynı şey oluyor.

Önce insanların inince boşalttığı yerlerden birine oturmak için insanüstü bir çaba harcıyorum. Adeta nereden bir tehlike gelecek korkusuyla yaşayan ve tansiyonu devamlı 25'te olan bir güvercin gibi kafamı ani hareketlerle oynatıp duruyorum. Neresi boşalacak, rakiplerim kimler, atak davranmalıyım vs klişeleri. Hayatımın A ve B noktaları arası hep uzun mesafeler olduğundan da mutlaka birileri kalkıyor, diyelim ki şansım yaver gidiyor ve cam kenarında oturan kadının/adamın yanına konuşlanıyorum. Bir müddet gidiyoruz gayet güzel ama bir an geliyor ki mutlaka bana çok yakınlarda iki koltuk daha boşalıyor. Bu müsait hale gelen bir cam kenarından başka birşey değil. O zaman işte benim karnıma cidden sancı giriyor. Rüya gibi. Meğer gözüm yükseklerdeymiş. Lanet olsun o cam kenarına oturmayı çok istiyorum dostum ama kalkıp yerimi değiştirmek de sanki yanında oturduğum insana ayıp olacakmış gibi geliyor. Hadi onu geçtim, kesin bana sinirlenecek, yanıma gelip "Naptım ben sana? Bacağımı bile senin alanına kaydırmadım rahat rahat otur diye! Ama belli ki rahatsız etmişiz hanfendiyi! Yalnız bu otobüsün inişi de var onu hatırlatiyim dikkat et kendine..." diyecekmiş gibi geliyor. O dakikadan sonra adamın bana kin beslediğinden o kadar emin oluyorum ki. Keyfime düşkün biri olduğumdan kalkıp yerimi değiştiriyorum evet ama yüzüme "Aslında çok iyi bir insansınız, bunu farketmemek mümkün değil. Fakat işte cam kenarı falan. Daha iyi bir fırsat çıkmasaydı inanın kalkmazdım. Şartlar bana bunu gerektirdi. İnince arkamdan gelip beni öldürmeyin lütfen..." gibi bir ifade takınmaya çalışıyorum. O an cam kenarı kaybetmektense insan kaybetmeyi tercih etmiş biri olarak ne dinlediğim müzikten bir tat alabiliyorum, ne de cillop gibi cam kenarını bulunca çektiğim klipten. Tadım tuzum kalmıyor, can güvenliğim yok. Aza tamah etmedim, ayıp ettim ve bunun bedelini artık bana nasıl ödetecekler belli bile değil..

Çok zor ve kafamın içine hapsolmuş bir hayatım var, bilmiyorum oradan anlaşılıyor mu?

14 Mart 2011 Pazartesi

D&R'ıma dokunmayın olum! (tabi bloguma da.)

Altunizade'de, eve dönüş yolumun üzerinde bi tane D&R var. Tam metrobüse giden üst geçit merdivenlerinin arkasında. Dışarıdan baya büyük ve heybetli gözüküyor, ne zaman yürüyerek veya otobüsle falan karşısından geçsem dönüp bakmak ihtiyacı hissediyorum. Şöyle ki hemen hemen haftada dört beş kere yakınından geçtiğim bu D&R'ın içine girmişliğim, kitaplara bakmışlığım, 4.99'luk dvd'leri karıştırmışlığım yok hiç. Hatta benimle birlikte sanki kimse oraya girmiyor, oradan alışveriş yapmıyormuş gibi hissediyorum. Bu yüzden de -neden bilmiyorum ama- bu heybetli D&R kapanacak diye, günün birinde ordan geçerken yerinde çekilmiş bi dişin bıraktığı boşluk gibi koca bir boşluk görücem diye çok korkuyorum ben. Gerçekten bak, ödüm kopuyor. Bi mağazaya neden bu kadar anlam yükledim bilmiyorum ama, orayı her gördüğümde "Oha kitaplar var orda şu an. Birsürü güzel albüm, izlemek istediğim filmlerin dvd'leri var. Dergiler fln duruyo bi köşede. OLUM NE KADAR GÜZEL Bİ YER ORASI LAN!!" diye içten haykırıyorum kendi kendime. Eve giderken mutluluk sebebi oluyor orası bana. Güzel şeyler getiriyor aklıma. O yüzden sürekli kontrol ediyorum, bu kimsenin alışveriş etmediği D&R'ı ben. Baya avutuyorum falan içimden. "Kimse gelmese de ben bir gün gelicem, birsürü 4.99'luk dvd alcam, kitap, uykusuz fln alıcam biliyosun di mi? Hadi ya üzülme hadi hadi" fln diyorum resmen. Kapansın ve yerine "BİLİMSEL MÜHENDİSLİK SÜPERSONİK ŞANTİYELİ ŞEYLER!" gibi bir yer açılsın, enerjim oradan her geçtiğimde sömürülsün istemiyorum.

Evet, orda bir D&R var uzakta. O D&R benim D&R'ımdır lan! Gitmesem de görmesem de, dergi reyonu kitapların yanında mı karşısında mı bilmesem de.. O D&R benim D&R'ımdır..