28 Temmuz 2010 Çarşamba

güneşli, açık bi havadayım

Şu dünyada arkadaşlarının, sevgilinin seni tutacaklarını bilmenin verdiği güvenle, gözlerini kapatıp kendini rahatça arkaya doğru atabiliyosan, fiziksel olanın yanında ruhen de yaşıyosundur demektir. Yaşatılıyosun demektir. Zaten bildiğim bişeyi tekrar tekrar görmeyi de çok severim ayrıca.. Nefes aldım, mutluyum.

26 Temmuz 2010 Pazartesi

filhakika, hasılı, binaenaleyh

* Günlerdir evin içinde dolaşan bi böcek var. Bıyıklı mıyıklı, çirkin, kocaman bişey. Biraz daha gelişse ayak seslerini duyucam yani öyle büyük. Durum şu ki kendisi nerde ve nasıl bi eğitim aldıysa ondan ben de almak istiyorum. Hayatımda böyle zeki, böyle çevik, böyle ahlaklı böcek görmedim. (Ahlak kısmı da bizi rahatsız etmemek için sürekli bişeylerin altına saklanmasından ileri geliyo)

* Annem geçen gün bi şarkı için "duyduğum en güzel şarkı, çünkü başından sonuna kadar heryeri nakarat gibi" dedi. Hoşuma gitti baya.

* Gene aynı annemin uyku esnasında birden uyanıp anlamsız şeyler söylemesi ev ahalisi olarak aşina olduğumuz bi olay. Fakat geçen gün karşı koltuğumda uyuklarken birden gözünü açıp bana döndü ve "Paris Hilton çok geziyo kızım." dedi. Sonra tekrar arkasını dönüp uyudu. Artık o sırada bilinçaltının kafası mı iyiydi neydi bilmiyorum. Sorgulamaktan korktum.

* Bilenler bilir. Küçükken okul karnesini büyük, kurdeleli, pembe bi ayıcık sanıyodum uzunca bi süre. Alt kat komşumuzun kızının karne diye gösterdiği şeyi görünce ağlamıştım. Belki de tam ağlamamışımdır, ağlamaklı olmuşumdur. Sonuç olarak daha uzun bi hikaye özetle böyle gelişti. (yaşlardan 4 suları)

* Bilenler bilir kadar da saçma bi laf.

* "Lamı cimi yok" cümlesini gerçek hayatta hiç kullanmadım.

* Bugün sevgilime ve anneme itiraf ettiğim bi başka küçüklük kafası olayı da şudur. Gerçi muhtelemen ay dur sana ne anlatıcam şeklinde anlattığım başka insanlar da vardır orada biyerde. (bu sefer de yaşlardan 6 suları) Herşeyin başladığı o gün, dedemin ısrarla ana haber bültenini izlemesi esnasında fenalık geçirip "of bitmemesi?" gibi bi tepki vermemin üzerine "haberler bi saat sürer yavrum" gibi rasyonel bi yanıt aldım. Gayet doyurucu bir yanıt olduğunu düşünmüşümdür eminim ki. Ta ki aradan bikaç ay geçtikten sonra muhtelemen bi pazar sabahı kanal d de bitirim afacanlar yine yaptı yapacağını şeklinde bi film izlerken, filmimin yine haberlerle kesilmesine kadar. Noldu şimdi bakışımı bu sefer de annem "yok yok bitmedi film, normal saat başı haberi bu" şeklinde yanıtlamaya çalıştı. İşte o an, daha hayatımın ilk çeyreğinde bile diilken matematiğe olan güvenim onulmaz şekilde sarsıldı. Uzuuuuunca bi süre yarıçapı küçük kafamla "şimdi haber 1 saat sürüyosa ve her saat başı yayınlanıyosa aradaki şeyleri ne zaman izliyoruz" şeklinde kabus dolu anlar yaşadım. Burdan anlatım bozukluklarından eksik sözcük kullanımı yapan aileme ve her daim mantıksız bi şekilde mantık arayan kafama selamlarımı yolluyorum. Beni sizler yaratmışsınız, bakın?

* Artık bu kadar salak ve hayalperest bi çocuk diilim. Ha bu arada salaklık güzel değildir, hayalperestliğeyse bayılırım. Ama günbegün tükeniyo işte o da maalesef.

* All right. That's all for now folks dırırıt dıt dıt dıı (yazı biterken midemde çalan müzik bugs bunny'nin bitiş müziği)

Bisous!

24 Temmuz 2010 Cumartesi

kendime yeni bir ben lazım değil, hazır elimde olandan kullanıcam

bi dırdır bi şikayet etmeler. bunları bırakıp üstümdeki ölü toprağını silkindiğimde kendime gelicem. tekrar ben olucam. tamam şuan bunlara gücüm yok belki ama gerekirse redbull üstüne redbull, intense üstüne intense yerim. gene de çıkarım o karamsarlık çukurundan. resmen camları siyah filmle kaplı arabalara benzedim. söz bak. tazelenicem. yarın gene kaldığım yerde durmaktansa 1 cm bile olsa ilerleyebilmiş olmak olsun şimdilik tek amacım. baby steps diye boşuna mı demişler?

23 Temmuz 2010 Cuma

ya gerçekten ergen tribindeyim ya da birdenbire çok büyümenin ne demek olduğunu gördüm.

Yakın zamana kadar filmlerde, dizilerde izlerdim. Başrol oyuncusu ayakları yere basan, ne istediğini bildiğini zanneden kız, aniden depresyonun eşiğine gelip, örneğin o sırada iyi bi üniversitedeyse okulu bırakmaya, iyi bi işte iyi bi pozisyondaysa da birden istifa etmeye karar verirdi. Benim istediğim bu değil, hayatımda olmayı beklemediğim bi noktadayım der, gider saçmasapan bi tercih yapardı. Bense ekranın karşısında gamsızca çekirdek çitleyip izlerken aman öyle şey mi olur, hiç de mutlu son değil yani, Harvard'ı bırakıp bi cafeye girince mutlu mu olunuyo derdim. Bu Hollywood sinemasında da realite denen şeyden eser yok der, döner arkamı giderdim. DİM. Şuanda ise Harvard'ı bitirmesem de en azından 4 seneyi 4 senede bitirmiş bi insan olarak odada yine gamsızca oturuyorum. Millet patır patır cv yollar, görüşmeden görüşmeye koşup başarı hikayelerine giriş gelişme sonuç yaparken, ben hala aynı ekranın karşısında aynı marka çekirdek pakediyle mıhlanmış durumdayım. İçimden bişey yapmak gelmiyo. Onu da geçtim içimden bi işe yaramak gelmiyo. Kafamı hiçbişeye yarım saatten fazla zorlayamıyorum. Fiziksel güç haricinde bi emek gerektiren herşeye kapattım kapımı penceremi. Bu hani "ay kızcağız iş aradı aradı bulamadı, şimdiyse depresyonda sanırım, yazık ona" durumu değil. Hem de hiç değil. Okulun bittiğine emin olduğum günden beri geleceğim adına tek bi adım bile atmadım. Atmadım çünkü istemedim. Hala da istemiyorum. İnternete girip bi yere özgeçmiş yollamak şuan kalkıp da bi anda Kansas'a yerleşmeye karar vermek kadar uzak bana. Bu kadar basit bi işlemi gözümde o kadar büyüttüm, o kadar nefret ettirdim ki kendimi, biri gelip ee naptın selen yolladınmı cv falan dediğinde bana küfür edilmişçesine bakıyorum karşımdakine. Sen kim oluyosun da bana cv falan diyosun, bu ne cüret! diesim geliyo. Nedenlerini de çok fazla sorgulamıyorum bu durumumun. Açıkçası bi endişe de duymuyorum ve de çok belli değil mi zaten sorgulamaya ne gerek? Varmak istediğim noktada olup olmadığımı bile bilmiyorum, varmak istediğim noktayı bilmiyorum. Kendimi hiçbiyerde, hiçbi şekilde hayal edemiyorum. Aynen o filmlerdeki depresif insanlar gibi bırakayım bu işleri, gideyim bi cafede sipariş alayım, bi pastanede pasta börek taşıyayım istiyorum. Kafam rahat olsun, düşünmek zorunda olmiyim. İstediğim yeri bulamadığıma göre hayata belli bi amaç için gelmemişim ben,belli bi farkındalık yaratamıcağım da kesin, e o zaman bi şekilde gelip geçeyim bu hayattan istiyorum. 4 sene okul, mühendislik, onca uğraş boşa gitsin şuan gerçekten üzülemiyorum bu konulara. O kadar hissiz, o kadar umursamaz davranıyorum ki geçmişte beni kırbaçlayan, sınavlara çalıştırtan, kursa götürten, okulu bitirten gelecek kaygım şuan akşam ne yesem kadar yakın bi gelecek kaygısından öteye gidemiyo. Bilmiyorum belki de herkesin başına gelen, hiç de bana özel olmayan bi durumdur bu. Sadece ben şuan kaliteli zaman geçiremiyorum, geçirmek istemiyorum, gitmek istediğim kursun ne zaman başladığına bile internetten bakamıyorum kaç gündür. Elim o taraflara gitmiyo. Benle birlikte kursa gelmek isteyen arkadaşımın napıcaz başlıyomuyuz? mesajlarına cevap veremiyorum. Özetle ben şuan korkup kafasını içeri çekmiş bi kaplumbağadan farksızım. Beni dürtmeniz, ilgimi bişeylerle çekmeye çalışmanız beni sadece daha fazla korkutup kabuğumdan çıkmamı imkansızlaştırır. İçerde biraz düşüneyim ben en iyisi. Siz de yemeğimi, suyumu sağlayın yeter. Çünkü şuan tek ihtiyacım biraz su, biraz uyku. Sonrasını sonra düşünürüz.

14 Temmuz 2010 Çarşamba

mini mini bir kuş donmuştu, bloguma konmuştu

Minicik, küçücük insanları yine de seviyorum. Sayelerinde kendimi hafife almamam gerektiğini, bi insanın sinirlenince olduğu boydan ne kadar daha çok yere yaklaşabileceğini görüyorum. Hele ki su yüzüne çıkan durumlardan sonra yaşanan telaş beni daha da çok eğlendiriyo. Küçük insanlar. Üstünüze basmıcam, korkmayın. Bana da bu yazıları yazdırıyosunuz ya bu da bi başarıdır, diğer türlü gurur duyamazsınız kendinizle içten içe bilirim ama bana düşündürdüklerinizle gurur duyun, bu da büyük bişeydir. Başkasına yalan söylemenin 5 katı daha acıtır insanın kendine söylediği yalan. İnandırma şansı sıfırdır. Öptüm sizi canlarım kendinizi üzmeyin, gün gelir devran döner, siz de olursunuz.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

taklitler gerçekten de kimi yaşatır?

Türlü türlü insan var demişti yakın bi arkadaşım, bundan bikaç hafta önce bi gece otururken. Sana mantıksız gelen, yok artık o kadar da olmaz dediğin şeyleri kolaylıkla mantığına sığdırabilen insanlar var. Hayatı senin hayatının aynısıymış gibi davranıp, hatta başkalarının hayatlarıyla seninkini kolajlayıp ortaya işte bu benim şeklinde çıkabilen kişilerden bahsediyorum. Sebepleri herkesin kendine. Fakat sıkıcı olup olmadığını bilmediğim hayatlarınıza benimkilerden alıntı yapmanız şaşırtıcı ve komik. Şunu da söylemeliyim ki eskiden televizyona çıkan ve ünlülerin taklidini yaparak revaçta kalan insanlar vardı. Artık o insanlar çıktığında kanalı değiştiriyoruz veya off bu da baydı diyip televizyonu hepten kapatıyoruz biz. Haberiniz olsun. Son olarak yazıya soundtrack niteliğinde bi şarkı Tarkan'dan geliyor. Bilin bakalım hangi şarkı? Sevgilerimle...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

ben buldum.

Aşk üzerine yazı yazmak çok zor. İstesem de anlatamam, hissettiğimle yazdığım örtüşmez ya da sığlaşır diye korkuyorum. Bu yüzden kendisini fazla rahatsız etmeden yaşamak daha iyi sanırım. Klişelerden çok da hoşlanmayan bi insan olarak, aşkın da, aşk üzerine söylenenlerin de birer klişe olduklarını kabul ediyorum ve nedense kendilerinden en ufak bi rahatsızlığım yok hatta ciddi anlamda hoşlanıyorum. Kıskançlığı da, tartışması da, huzuru da, gülümsemesi de buyursun gelsin, ben onlardan daha derin nefes aldıran başka bi duygu yaşamadım şimdiye kadar. Kan bağın olmadığı halde ve hiç huyun değilken deli gibi arabeskleşip öl dese öleceğin kaç kişi var şu hayatta? Saçma mı? Evet. Klişe mi? Evet. Güzel mi? Mükemmel.