24 Mayıs 2010 Pazartesi

gugıla sürekli tembel hayvan yazıp aratıyorum

-Mantıklı yanılgı diye bişey olduğuna inanıorum. Bende olmayan fakat var olan bişey. Mesela sınavdan çıkarsın, herkes of çok kötüydü herşeyi karıştırdım ya derken sen de oley bu evrende yalnız diilim die düşünürsün. Sonra millet tartışırken anlarsın ki, bilen insanın bişeyi karıştırmasıyla bilmeyeninki hiç aynı olmuyo. Herkes örneğin 1 yerine 1.5 yazdıysa sen 1456.78 yazmışsın. Virgülü falan bile var baya. Utanç duygusunu tanımla deseler ben bunu söylerdim heralde. Senin yanlışının başkalarının yaptığı yanlışın yanında yapayalnız kalması.

-Bugün metrobüsten inerken saçlarımın çok güzel olduğuna o kadar emindim ki. Aynaya vs bakmamıştım ama yolda galiba saçlarım şuanda çok güzel die yürüdüm hep. Saçları mükemmel olan diğer şanslı insanlar gibi umursamaz bi hava takındım kendi kendime. Sonra eve gelip aynaya baktım. Bok gibilerdi. Saç bile diillerdi, adeta ayak başparmağı veya diz kapağıydılar. Sinemada başroldeki kadın oyuncunun çok güzel olduğu bi filmi izlerken, kendini o kadının yerine koyup onun gibi güzel olduğunu sanarak izliyosun da sonra film bitip aynaya baktığında acı gerçekle başbaşa kalıyosun ya, aynı şey işte. Bunu daha önce biriyle konuşmuştuk ama hatırlayamadım.

- Bazen telefona mesaj gelicek gibi televizyon dıdıdıt yapar da mesaj gelmez ya. Ben hep karşıdaki kişi bana bi mesaj yazdı, tam yollıcakken son anda vazgeçip sildi die düşünüyorum bunu.

-Herşeyi başaran, bütün sorumluluklarını yerine getiren, üstüne aldığı bütün işleri kotaran bi insan olamamaktan öyle memnunum ki. Ne tatlıyım gene yapamadım falan diyorum bu gibi anlarda kendime. Kendimi avutuyorum gibi algılanmasın. Bence aksinden daha insancıl, daha sevimli. Aksi robot bence. Benim 10 aldığım dersten 100 alanlar (yakın arkadaşlarım, canlarım hariç, onlar zeki olduklarından öle oldu) robotsunuz.

-Bugün transkript alma işini (6 dakika) hallettiğim için, günün geri kalanını kendime tatil ilan ettim. Yarın da kırtasiyeden milimetrik kağıt alma işini halletsem, bitirme tezi gene 2 gün sonraya kaldı.

Tembelim ben baya.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

seviyorsevmiyor

Bazen bazı isteklerim olmayınca hiç üzülmüyorum, çok şaşırıyorum. Bi hafta boyuınca hayalini kuruyorum, sonra kurduğum şey gerçekleşmiyo, hayat diyip geçebiliyorum. Ama bazen de küçücük isteklerim olmadığında bariz bi şekilde dünyaya küsüyorum. Mesela şuanda mezuniyetime gidemiceğimi öğrensem bunu çok büyük bi olgunlukla karşılıcağıma adım gibi eminim. Ama bu haberi karşılarken vişne suyu içmek istesem ve dolabı açıp bittiğini görsem.. Hemen oturup adaletsizlik ve düzen konusunda şiir ve deneme yazmak isterim. Bol kazak giyip camdan bakarak tribe girerim. Otobüste kulaklıktan gelen şarkıyla melankolik kısa filmler çekerim kendi kendime. Bu böyledir. Fakat! Lakin! Papatyadan taç meselesi hiçbişeye benzemez a dostlar... Ne demiş Nil? Gülmeyin, belki yarası var?

8 Mayıs 2010 Cumartesi

sinirlenince iclal aydın gibi eleştiresim gelir

Bazen, insanlar nasıl cinnet geçiriyo ben şu dakikada bunu anladım derken buluyorum kendimi. İçinde bulunduğun durum o kadar sinir bozucu, o kadar uzun tırnağın karatahtada saatlerce gıcırdaması gibi bi durum ki, ah diyosun tamam gazetelerin hiç bakmadığım 3. sayfalarına çıkıcam ve "S.D (21) cinnet geçirerek patladı" diye arşivlerde küçük pontlarla yer alıcam. Misal geçenlerde ruh halimin çok çok yükseklerde olduğu, mutlu, sevecen bi günün akşamında tiyatroya gittik elimizde 1 ay öncesinden alınmış biletlerle. Onca zaman beklemişsin, merak etmişsin, oyun başlasın diye hevesleniyosun. Sonra yan koltuğuna bi pergel oturuyo resmen. Bu pergel bacaklarını 190 derece açmak üzere ayarlanmış. İlk başta dur azcık diğer tarafa doğru oturuyim belki adamcağızın bacakları sığmamıştır diyosun. Sonra bakıyosun adam bildiğin her 10 dakikada bi yarıçapını arttırıyo, zaten koltukta sürekli kıpır kıpır, bi önüne eğiliyo bi arkasına yaslanıyo, oflayıp pofluyo, sanki orda jimnastik yapan senmişsin gibi ikide bi yan yan sana bakıyo. Oyun önünde akıp giderken, yaaaaa sabııırr diyip iyice büzülüyosun ama konsantrasyon uçtu gitti tabi. Tek düşüncen şu adamın sağda solda bıraktığı kollarına bacaklarına değmiyim düşüncesi. Gerçekten söylüyorum, uzayda zaten çok da fazla hacmi olmayan bacaklarım ve kollarım T-Box kutusuna sığıcak dereceye geldi o gün. İnatlaşamıyorum da, sonra tiyatroda çığlık çığlığa çek şu ayağını beeeeeeeeeeea die sinirden incelmiş sesiyle bağıran kız olmak istemiyorum o anda. İkinci yarıda durumun farkına varan sevgilimle yer değiştiriyoruz, bakıyorum ki o ilk yarının yan koltukları fethe çıkmış padişahı, şimdi kendi sınırları içinde terbiyeli terbiyeli oyun izliyo, koluna bacağına gayet hakim. Bu durumun aynısı otobüslerde de geçerli tabi, tiyatroda olması ayrıca sinir bozucu. Sonra oyundan çıkınca İspark görevlisi olmayan adamların fiş kesmeden senden park parası almaya çalışmaları, vermezsen arabadan 10 metre uzaklaştığın andan itibaren arabanın çizilmesinin garantili oluşu, pazar gününün başka park yeri arayarak ziyan olmasını istememen... Yolda yürürken önce çantanın arasına çiçek vs sıkıştırıp sonra paramı ver diyen insanlar... Pardon, birkaç dakikanızı alabilir miyim diye nazikçe soran anketörlere teşekkürler, acelem var dediğinizde o anda nöröyö gidiyön gülüm ne acelön var (ki geçen hafta Ersin Karabulut da bahsetmişti bundan) şeklinde salon beyefendisi çizgilerinden anında kaymaları...

Ya üstelik ben çabuk sinirlenen bi insan da diildim önceden. Ama şu son günlerde artık gerçekten elime baltayı alıp Shining'teki Jack Nicholson gibi bu tip insanların önce banyo kapılarında güzel delikler açmak, sonra da fıldır fıldır dönen gözlerimle ordan bakmak istiyorum. Cinnet geçirmenin de bi rahatlığı var, buna inanıyorum. Tek harfle cennettesin zaten.